Arşiv

  • Mayıs 2024 (4)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Memlekette sanayi politikası vardı da mı, biz çakma ihracatçı olduk

    Güven Sak, Dr.10 Ağustos 2010 - Okunma Sayısı: 1226

    Türkiye ekonomisi 2008 krizinin ilk dalgasını atlattığından beri iç talebe dayalı olarak toparlanıyor. İhracat pazarlarındaki toparlanma göreli olarak daha yavaş gerçekleşiyor. Avrupa'daki uzatmalı kriz ve oradaki toparlanmanın yavaşlaması burada önemli. Kızışan rekabetin ihracatçılarımızı zorlamasını da buna eklemek gerekiyor. Toparlanmanın, esas olarak, iç talebe dayalı olması, cari işlemler açığı meselemizin bu yıl daha fazla göze çarpmasına neden oldu. Türkiye kriz sonrasında, önceki yılları bir kenara koyarsak, geçen yıla göre, büyüyor. Bu arada, ithalat, ihracattan daha fazla artıyor. İhracat kendine özel şartlar nedeniyle pek fazla kıpırdanamayınca, ithalattaki artış daha bir göze çarpıyor. Bu neyi gösteriyor? Üretmek için ithalat yapmak zorunda olduğumuzu elbette. Dün ihracat pazarları açıkken, ithalat artışı bu kadar gözümüze takılmıyordu ama bakın bugün takılıyor. İbrahim Tatlıses zamanında kendisini eleştirenlere "Urfa'da Oxford vardı da, biz mi gitmedik" demişti. Şimdi üretim yapımızın ithalata bağımlılığına bakıp, "Memlekette sanayi politikası vardı da, sanayici kendi isteğiyle mi 'çakma' ihracatçı oldu?" demek gerekiyor. Memleketin ihracat performansındaki tökezleme eğer bu sanayi politikası tartışmasını yeniden açarsa olsa olsa faydalı bir amaca hizmet etmiş olur. Gelin bakın nasıl olur?

    Küresel entegrasyon, zamanımızın bir gerçeği. Bu tartışmaya bakarken öncelikle o noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu devirde kapıları kapatıp içeride oturmak mümkün değil. Rusya'nın eski Devlet Başkanı, şimdiki Başbakan ve de müstakbel Devlet Başkanı Vladimir Putin, kuraklık nedeniyle kötü geçen hasadın ardından Rusya'nın buğday ihracatını yasakladı. Rusya bir ihracatçıydı. Geçen hafta dünyada buğday fiyatları artmaya başladı. Bu haber, geçen gün, Yemen'de yayımlanan Yemen Times'ın kapağına şöyle yansıdı: "Fiyat artışları illerde güvenlik önlemlerinin artırılmasına neden oldu." Habere göre özellikle un fiyatlarında geçen hafta görülen artıştan yakınılıyordu. Bu arada gıda fiyatları tam da Ramazan ayına girerken artıyordu. Çünkü Yemen Dirhemi bu aralar dolara karşı değer kaybetmişti. Halk, "Hükümet, neden bu fiyatları kontrol edemiyor?" diye şikayetçiydi. Putin'in kararı haberde yer almıyordu ama esasen içinde o da vardı. Yemen Times'a konuşanlar küresel entegrasyon sürecinin sonuçlarından şikayetçiydiler. Bizim buralarda iç talep artınca artan ithalat nasıl dikkatleri üzerine çekiyor ve eleştirilere neden oluyorsa, Yemen'de de aynısı oluyor. Herkes kendi dilince konuşur. Kendi derdini anlatır. Dil, ağrıyan dişe doğru gider. Öyle değil mi? Küreselleşme dünyanın her tarafında temel gerçek, önce onu bir tespit etmek gerekiyor. Dolayısıyla bu ilk nokta olsun. İkincisi ise şu: Küreselleşme sürecine intibakın tek bir yolu yok. Gelin azıcık basitleştirelim. Küreselleşme sürecinin dışında kalmak mümkün değil ama intibak etmenin iki yolu var: Ya küreselleşme süreci sizi kendisine uyduracak ya da siz küreselleşme sürecine intibak edeceğiniz bir yol belirleyeceksiniz. İlki kendiliğinden oluyor, ikincisini ise siz tasarlıyorsunuz. Süreci sizin tasarlıyor olmanız, bir kumanda ekonomisi inşa etmenizi gerektirmiyor. Yukarıdaki şemaya örnek için şöyle denebilir: Türkiye ilk yolu seçen ülkelerden biri. Güney Kore ise ikinci yolu seçmiş. Onlar küreselleşme sürecine nasıl intibak edeceklerini kendileri belirlemişler. Problem yaşamadılar mı, yaşadılar. Ama bakın 30 yıl önce aynı noktadaydık, bugün onlar bizden daha ileride. Kişi başına milli gelirlerimizi Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin milli gelirine oranlayın. Bir bakın bakalım. Otuz yıl önce ikimiz de yüzde 20'lerdeydik. Biz hâlâ oradayız. Koreliler ise yüzde 60 oldu bile. Bu da olsun ikinci tespit. Üçüncü tespit ikincinin devamı esasen: Küreselleşme sizi kendisine uydurduğunda, bir nevi, küreselleşme sürecine teslim olduğunuzda, oyunu o kurala göre oynadığınızda, Türkiye vakasında olan oluyor. Sanayinizin ithalat gereği daha yüksek biçimde şekilleniyor. Bu iyi ya da kötü değil. Esasen böyle. Memlekette bir politika çerçevesi olmayınca, teşvikler ezbere tasarlanınca, ortaya çıkan sonuca kızmamak gerekiyor. Ne demiştim? Vakıa ile kavga edilmez. Bu da üçüncü nokta. Dördüncü nokta ise şöyle olsun: Çakma olan ihracatçılarımız değil, teşvik sistemimizin kendisidir. Mustafa Sönmez'in birkaç yazıdır Cumhuriyet gazetesinde ele aldığı mesele doğrudur: İhracatçı sektörlerimizin bir bölümü net ithalatçıdır. Ama bunun nedeni memleketin konu ile ilgili politikasızlığıdır. Dün de yoktu, bugün de yoktur. Benim burada en sevdiğim örnek, memleketteki TV üretimidir. TV sektörü iftihar kaynağımızdır. Avrupa'da satılan her 3 televizyondan 2'si Türkiye'de üretilmiştir. Ama aynı zamanda, ithalat gereği yükselmektedir. Neden? Tüplü TV'den plazmaya geçişi Türkiye sağlıklı biçimde takip edip tedbir alamadığı için. Yeni tip TV üretmek için yeterli insan kaynağını, teknolojiyi, araştırma-geliştirme'yi zamanında bir araya getiremediği için. Bu dördüncü noktadır. Gelelim beşe: İşte, sanayi politikası, öncelikle, yukarıdaki gerekleri bugün bir araya getirecek tedbirleri dün zamanında almaktan ibarettir. İkincisi, bu tür tedbirler setinin artık yalnızca ülkenin içi ile sınırlı olmaması hadisesidir. Ülkeden geçen uluslararası değer zincirleri tasarlamak bugün günün meselesidir. Yarının ihracat kapasitesi başka ülkelerin topraklarında, başka ülkeler için sanayi politikası tasarlamaktan geçmektedir. Malezya yapıyor. Biz neden yapmayalım? Unutmayayım da size geçen haftasonu Yemen'de ne yaptığımı bir anlatayım.

    Vakıa ise şudur: Bizde şimdilik her ikisi de yoktur.

    O zaman sinirlenmenin de alemi yoktur.

     

    Bu köşe yazısı 10.08.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.ı

    Etiketler:
    Yazdır