Arşiv

  • Mayıs 2024 (4)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Artan girdi maliyetleri kur tartışmasında önemlidir

    Güven Sak, Dr.12 Ağustos 2010 - Okunma Sayısı: 1073

    Sanki küresel bir Nasrettin Hoca fıkrasının içinde gibiyiz. Kaybettiğimizi buldukça seviniyoruz. Dünyanın her tarafında her ülke yaklaşık iki yıldır devam eden iktisadi krizin hasarını telafi etmeye çalışıyor. Dolayısıyla işin ikili bir karakteri var. Bir yandan 2 yıl önceki gibi çukurun dibinde değiliz. Öte yandan çukurdan çıkmış da değiliz. Aralarda bir yerdeyiz. Bu arada bazı ülkeler diğerlerinden daha iyi performans gösteriyor. Türkiye ise en iyiler arasında değil. Neden değil diye irdelemeye devam edeceğiz. Ama önce başladığım işi bitireyim. Geçen hafta "Neden liranın değerinden yakınıyorlar" diye sohbete başlamıştım, laf yarım kaldı. İsterseniz bugün yarım bıraktığımı tamamlamaya çalışayım. Tamamlayayım ki "Ne yapmalı" bölümüne gelebilelim. Tespitten teşhise, oradan da reçeteye geçebilelim. Önce çıkan kısmın özetinden başlayalım müsaadenizle: İhracat pazarları daraldığı gibi genişlemektedir. Ama yavaş yavaş genişlemektedir. Bu durumda, her ülke kayıplarını telafi etmeye çalışmaktadır. Bazı ülkeler kayıplarını diğerlerine göre daha hızlı telafi etmektedirler. Türkiye kayıplarını, ihracat açısından bakıldığında, en hızlı telafi eden ülkeler listesinde değildir. 2010 yılının ilk çeyreğinde, pazar yüzde 27 toparlanırken Türkiye'nin ihracatındaki artış yüzde 7 mertebesindedir. Bunun en başta gelen nedeni Türkiye'nin coğrafi konumudur. Tam da bu nedenle Avrupa Birliği pazarı Türkiye'nin en büyük pazarıdır. Burada pazar, 2010 yılının ilk çeyreğinde hâlâ iki yıl önceki büyüklüğünün yüzde 85'ine ulaşabilmiştir. Daralan pazarda payını genişleten ülkeler vardır. Türkiye bunlardan biri değildir. Çin, Polonya, Çek Cumhuriyeti daralan pazarda eskisine kıyasla pazar payını genişleten ülkeler arasındadır. Buradaki pazar payı artışlarının kalıcı olup olmayacağını sinirlenmeden ve ortadaki vakıayı yok saymadan dikkatle incelemek gerekmektedir. Vakıa ile kavga edilmez. Böyle demiştik. Şimdi ortada Türkiye açısından bir başarı yok mudur? Elbette vardır. Yukarıda anlatılanlarda iki adet başarı öyküsü mevcuttur. Birincisi, kıran kırana bir rekabet ortamında ihracatçılarımız hâlâ ayaktadır. Türkiye, daralan Avrupa Birliği pazarındaki payını korumaya çalışmaktadır. Şimdilik emek yoğun sektörler hariç, mevcudun korunmasında başarılıdır da. Bu akılda tutulması gereken ilk noktadır. İkinci başarı öyküsü ise Türkiye'nin kriz döneminde hızlı bir 'pazar çeşitlendirmesi'ni başarıyla gerçekleştirmiş olmasıdır. Avrupa Birliği pazarlarındaki daralmaya, yeni pazarlara açılarak cevap verilmeye çalışılmıştır. Euro bazında bakıldığında, 3.8 milyar euroluk kayba karşı kazanılan 1.4 milyar euro da olsa, 'ihracat pazarlarını çeşitlendirebilme kabiliyeti' olumludur. Canlılık belirtisidir. Buradaki eksen kayması kötü değil iyidir. Peki, bu resim içinde kur tartışmasına nasıl bakılmalıdır? Birinci nokta yukarıdadır. Türkiye ihracat pazarlarını kuruş kuruş korumaya çalışmaktadır. Daralan pazarda artan rekabet ihracatçılarımızın kazançlarını eritmektedir. Bu ilk noktadır. İkincisi, kriz iki yıldır devam etmektedir. Dolayısıyla ihracatçılarımız açısından, -en azından bir bölümü için- ortada bir dayanma gücü problemi de vardır. 2 yıldır, "Ha bugün biter, ha yarın biter" diye fiyat teklifi vermek kolay değil, zordur. İhracatçılarımız daha önlerini tam olarak görmemektedirler. Üçüncü nokta ise ihracatçılarımızın lira cinsinden maliyet kalemleri ile alakalıdır. Aşağıdaki tablo kira, su, elektrik, doğalgaz ve birim işgücü maliyetleri ile kurlardaki hareketi göstermektedir. 2006 yılı 100 olarak alınırsa, 2010 yılının ilk 7 ayı itibariyle kira maliyeti 100 iken 151.9 olmuştur. Yani yaklaşık yüzde 52 artmıştır. Aynı dönemde yurtiçinde maliyetler artarken euro/dolar paritesi değişmeden kaldığı için ihracatçımızın kâr marjı bir de bu yüzden daralmaktadır. İhracatçı yalnızca artan uluslararası rekabetten değil, yurtiçi maliyet kalemlerindeki artıştan da şikâyetçidir. Bu, bir nevi içerideki enflasyondan yakınmak demektir. İhracatçının bir problemi olduğu açıktır ve bu soruna bir çözüm getirilmelidir.

    Kaynak: TÜİK, TCMB   Ancak tablodan görülebileceği gibi her kalemde artış yoktur. 2006 ile 2010 yılını kıyasladığımızda reel birim işgücü maliyetlerinde ise bir azalma gözlenmektedir. Kriz nedeniyle üretilen her bir birim ürün başına düşen işgücü maliyeti artmamış, azalmıştır. Aynı durum hükümetimizin sağladığı destekler nedeniyle işgücü piyasalarındaki vergiler için de söz konusudur. 2009 yılından beri çalışanların sosyal güvenlik primlerinin yüzde 20'si İşsizlik Sigortası Fonu tarafından karşılanmaktadır. O vakit, resme daha dikkatli bakmakta, işi sıkı tutmakta fayda vardır. İhracatçının girdi maliyetlerindeki artış meselesinin, sektör sektör, ihracat performansımız üzerindeki etkisini incelemek gerekmektedir. Yukarıdaki maliyet kalemleri bazı sektörler için diğerlerinden daha önemli olabilir. Ancak böyle bir analizden sonra ihracatçının sorunları konusunda anlamlı bir öneri geliştirmek mümkün olabilecektir.

    Peki, ortada böyle bir çalışma var mıdır? Şimdilik yoktur.

    O zaman liranın değeri ile ilgili ortaya konulan argüman şimdilik havada kalmaktadır.

    Evvelki gün Uğur Gürses'in de vurguladığı gibi, artık lafı girdi maliyetlerine ve girdi fiyatları enflasyonuna getirmekte fayda vardır. Bekleyelim bakalım.

     

    Bu köşe yazısı 12.08.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır