Arşiv

  • Mayıs 2024 (4)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Siyasetteki Bart Simpson üslubu kötüdür

    Güven Sak, Dr.26 Ağustos 2010 - Okunma Sayısı: 935

    Artık siyaset mevsimindeyiz. Bundan sonrası 2014'e kadar böyle gider. Hiçbir şey de olmaz. Siyasi ikbal hırslarından bir parmak öteye gidilemez. Bakın; anayasayı el birliğiyle yine birleşme değil, ayrışma vesilesi yapmayı başarmış bulunuyoruz. Aferin bize. Uganda ve daha yenilerde Kenya tam tersini becermişti. Bizde, şenlikli anayasa reformu yapacak, becerikli lider şimdilik bulunmuyor galiba. Ama bakın ben ona o kadar takılmıyorum. Siyasetteki 'Bart Simpson üslubu' dikkatinizi çekiyor mu? Ben bu aralar daha çok ona takılıyorum. Peki, Bart Simpson üslubu herhangi bir sorunu çözer mi? Gelin bir bakalım.

    The Simpson çizgi dizisini izlemeyi sever misiniz? Ben pek severim. Fırsat buldukça da izlerim. Televizyonların ilk prime time çizgi dizisi oydu. Ailenin ortanca çocuğu yaramaz Bart Simpson ne yapardı bir kabahat işlediğinde hatırlıyor musunuz? Hemen, "I didn't do it! (Ben yapmadım!) I didn't do it! (Ben yapmadım!) I didn't do it! (Ben yapmadım!)" diye etrafta dolanmaya başlardı. Mızıkçılık yapardı. Sorumluluktan kaçmaya çalışırdı. Yaptığı Bart'a uygundu. Ama bakın Sayın Başbakan yapınca pek de öyle komik olmuyor. Ne demek o öyle? "Ben yapmadım, onlar yaptı!"

    Bu günlerde ben Sayın Başbakan'ın "Ben yapmadım ama devlet PKK ile görüşmüş olabilir" açıklamasını tam da bu çerçevede okuyorum. Düne kadar seçilmişlerin atanmışların bir adım önünde olması gerektiğine dayalı doğru yönde siyaset yapan bir siyasetçinin, "Ben yapmadım ama devlet yapmış olabilir" demesi hazin değil midir? Hazindir. Bugüne kadar böyle çağdışı, Baas gibi kalmış olmamızın birinci sebebi, siyasetçinin sorumluluk üstlenmekten kaçınması değil miydi? Öyleydi. O vakit, değişen nedir? Galiba sekiz yılın sonunda, siyaset cephesinde yeni bir şey yoktur. 1970'lerde, 1990'larda ne olduysa şimdilerde de öyle olmaktadır. İşte bu kötüdür.

    Şimdilerde Türkiye'deki tartışma ortamının kısırlığı geleceğimiz açısından endişe yaratacak düzeydedir. Memleketin meseleleri derindir. Çözecek olanın siyasi tavır alması gerekmektedir. Ama elimizdeki, "Ben yapmadım, onlar yaptı"dan öteye gidememektedir. İktisat politikası tartışmalarına şöyle bir bakın Allah aşkına. Tartışmalar dünden bugünden kurtulup yarına odaklanabilmiş değildir. Yarının yapısal ve asıl can alıcı meselelerine gelinebilmiş değildir. Bugün en çok ne tartışılmaktadır? Döviz kuru ihracatçıların canını mı sıkmaktadır? 2010 yılının ilk çeyreği itibariyle bakıldığında Türkiye, ihracat performansı açısından başka ülkeler karşısında zorlanmakta mıdır? Öyledir. İşte kur tartışması buradan çıkmaktadır.

    Konu aslında ihracatçıların günlük kârlılıkları ile ilgili bir meseledir. Türkiye'de lira cinsinden girdi maliyetleri yükselmektedir. Ancak lira değer kazandıkça, 1 dolarlık ihracatın lira karşılığı, yani ihracatçıların gelirleri öyle yükselmemektedir. Artan rekabet fiyat ayarlamasını da imkânsız kılmaktadır. Bu durumda, şirketlerin kârlılığı düşmektedir. Bu birinci meseledir. Şimdi gelin bir adım daha atalım, gelelim ikinci hususa: Lira cinsinden girdi maliyetleri denildiğinde artan nedir? Elektrik fiyatıdır. Doğalgaz fiyatıdır. Su fiyatıdır. En çok artanlar bunlardır. Öyle işçilik maliyetleri filan artıyor değildir. Peki, bu fiyatlarda dikkatimizi çekmesi gereken husus nedir? Bunların tamamı kamu tarafından kontrol edilen fiyatlardır. Devletimiz, kendi kontrolündeki fiyatları artırarak, bütçe açıklarını finanse etmeye çalışmaktadır. Sorun, doğrudan maliye politikasındaki çarpıklıkta yatmaktadır. Düne kadar vergiler artırılarak yapılmaya çalışılan, bu kez hem vergiler hem de kamu fiyatları yoluyla yapılmaya çalışılmaktadır. Üstelik öyle bir kerelik bir fiyat düzeltmesi de yapılmamaktadır. Sistematik olarak fiyat ayarlaması yapılmaktadır. Kamu fiyatları bir bütçe finansman tekniği olarak kullanılmaktadır. Aynı sakil maliye politikası anlayışı nedeniyle kamu fiyatları kaynaklı, enflasyon diye bir meselemiz de artık vardır. Merkez Bankası'nın yaptığı enflasyon tahminlerinin sistematik olarak yanlış çıkmasının başka bir nedeni var mıdır? Yoktur. Bu ikinci noktadır.

    Görüntü ortadadır. İhracatçının günlük kârlılığı açısından yakınması haklıdır. Ama çözüm, Türkiye'nin kamu maliyesi politikasının yeniden tasarlanmasındadır. Kamu kontrolündeki fiyatlar bütçe finansman usulü olmaktan çıkarılmalıdır. Türkiye, belli bir bütçe harcaması düzeyini mutlaka finanse etmeye dayalı, eski finansman politikasını artık değiştirmelidir. Türkiye'nin ihtiyacı ciddi bir harcama reformudur. İhracatçıların asıl kamu maliyesinden yakınması gerekir. Bakın artan girdi maliyetleri meselesi bizi daha derin bir başka probleme, bütçe reformu meselesine getirmektedir. Bu üçüncü noktadır.

    Halbuki ihracatçının tek sıkıntısı da bu değildir. Türkiye bugün Batı ile Doğu arasında sıkışmış bir ülke görünümündedir. Kişi başına milli gelir artmıştır. Ülke orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülke haline sıçrama noktasındadır. Ama bu sıçramayı yapacak bir ülkenin insani gelişme endeksinde de sıçraması ve bununla uyumlu olarak ihracat ve hizmetler sektörü yapısını da değiştirmesi gerekmektedir. Ortada bu konuyla ilgili bir hazırlık var mıdır? Yoktur. Bu da dördüncü husustur.

    Beşinci nokta şudur: Türkiye'nin niteliksel dönüşümü için bütçe reformu da anayasa reformu kadar önemlidir. Bunlar olmadan Türkiye yüksek gelir grubuna sıçrayamaz. Kürt meselesinde siyaseten pozisyon alamayan, anayasa reformunu yapamaz. Bütçe reformunu hiç yapamaz. Bu işler öyle sorumluluk almadan, "Ben yapmadım, onlar yaptı" diyerek çözülmez.

     

    Bu köşe yazısı 26.08.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır