Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Şirketlerin artan kârları işlerin ille de iyi olduğunu göstermez

    Güven Sak, Dr.31 Ağustos 2010 - Okunma Sayısı: 1100

    Geçen hafta ben en çok "Sayın Başbakan'ın gördüğünü biz göremedik, krizin teğet geçtiğini fark edemedik" haberlerini sevdim. Haberler, şirketlerin artan kârlarıyla alakalıydı. Ama önce bir değerlendirme: Ben buna, "Filimize kardeş lazım" sendromu diyorum. Nasrettin Hoca'nın fıkrasını hatırlar mısınız? Timur'un ordularının Anadolu'yu kasıp kavurduğu yıllar. Demek ki 1402'deki Ankara Savaşı'nın sonrasındayız. Timur, Yıldırım'ı yenmiş. Anadolu'da taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamış. Bu arada Hoca'nın köyüne de bir fil göndermiş, beslensin, bakılsın diye. Timur'un Hindistan seferi, Anadolu seferinin hemen önündeydi ve Timur ordularına filin eklenmesi 1398 filan gibi olmalı. Fıkra, mıkra ama tarihler tutuyor işte. Neyse, ahali bu file bakmaktan bıkıyor. Fil yedikçe yemeye devam ediyor. Eldeki avuçtaki filin günlük bakımına gidiyor. Millet bıkıyor.

    Toplanıyorlar ve diyorlar ki: "Artık bıçak kemiğe dayandı, gidelim ve bu fili buradan al, kanımızı kuruttu, iliğimizi sömürdü diyelim". Karar veriliyor. Hoca'nın başkanlığında on kişilik bir şikâyet ekibi oluşturuluyor. Gidilip Timur'un divanına varılıyor. Huzura girilecek. Hoca'nın başkanlığındaki ekip sıraya diziliyor. Huzura giriliyor. Başkan, içeri girince bir bakıyor ki tek başına! Diğerleri Divan'ın kapısından dönmüş, bir kendisi içeriye dalmış. Timur karşıda, ağzından çıkacak sözü bekliyor. Talebi duymak istiyor. Zalimin zulmü herkesin malumu. Duymak istemediklerini duymak istemiyor. Hani o devirde anket olsa ona özel pembe anketler yapacaklar. "Ahali yüzde yüz sizi destekliyor" diye. Duymak istemediklerini duyunca davranışları öngörülebilir değil. Şimdi ne dese, başkanın başı belaya girecek. Başkan, saygıyla eğiliyor ve "Ey yüce efendimiz" diyor "köyümüze emanet ettiğiniz filimiz sıhhat ve afiyettedir. Hepimizin gözünün bebeğidir. Yalnız gözümüzün bebeğini son günlerde sıkıntılı görüyoruz. Yalnızlıktan sıkılıyor. Kendisine arkadaş olmak üzere bir filin daha köyümüze gönderilmesini temin ederseniz, bizi mutlu edersiniz." Timur pek seviniyor, oraya bir fil daha gönderilmesini buyuruyor. Bir işi daha halletmenin mutluluğunu yaşıyor. Hoca ise heyet başkanı olarak belayı şimdilik savurmanın mutluluğuyla dışarı çıkıyor. Şimdilerde etrafı saran "Biz bilemedik, başbakan kadar geleceği göremedik" yorumlarına işte Anadolu'nun kadim tarihi dikkate alınarak bu çerçevede bakılmalıdır. Ve Anadolu çok Timur eskitmiştir.

    Neyse bu uzun girizgâhtan sonra gelelim bugünün meramına. Peki kardeşim, söyleneni böyle bozuk para gibi harcarken bir de işin aslıyla ilgili bir laf etmeyecek misin? İstanbul Sanayi Odası verilerine göre, şirketlerin kârları artmadı mı? Arttı. Peki söyler misin, bu nasıl krizdir böyle? Ne diye ağlaştı bu iş insanları? Müsaadenizle bugün tam da bu hadiseye bir bakalım. Bakalım ve de anafikri en başa yazalım: "Şirketlerin artan kârları işlerin ille de yolunda olduğu anlamına gelmez." Artan kârlar yalnızca o şirketlerin becerikli bir biçimde yönetildiğini gösterir. Onların becerikli bir biçimde yönetiliyor olması, memleket için her şeyin yolunda olduğunun göstergesi değildir. Milyonlarca işsiz ve de geliri azalan on binlerce hanehalkı ne yazık ki bir sanrı değil, gerçektir. Bugün gelin şu şirketlerin artan kârları bölümüne bir bakalım.

    İstanbul Sanayi Odası verileri çıkmadan önce de İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören şirketlerin verileri zaten dönem dönem açıklanıyor. Buna göre şirketler kesiminde işler zaman içinde düzeliyor. Ya da düzeltelim: Büyük şirketler için ekonomi tıkırında görünüyor. Zarar eden şirketlerin sayısı azalıyor. Öyle ya, ortalama karaktersiz bir kavram. Bazı şirketler zarar ediyor, bazıları ise kâr ediyordu. Ama krizin en yoğun olduğu döneme göre zarar eden şirketlerin sayısı azalıyor. 2008 yılının son çeyreği pek kötüydü, ama 2009 yılının ikinci yarısında şirketlerimiz toparlanmaya başlıyorlardı. Dolayısıyla zaman akıyor, işlerin daha kötü olduğu bir dönemden daha iyi olduğu bir döneme geçiyor şirketlerimiz. Dün ağlarken haklıydılar. Nitekim o dönemde, bankalar üstüne düşeni yapmasaydı, telefat daha fazla olurdu bir dönemden diğerine geçerken. Peki şimdi bu, hepimiz için iyi midir? İyi olsaydı, o kadar telefat vermezdik herhalde. Büyük şirketlerimiz, bankaların da desteği ile hızla nakde döndüler. İşletme sermayesi kompozisyonunda üretim ve stok tutarlarını azalttılar. Yani: Operasyon hacimlerini küçülttüler. Yapmakta oldukları iş her neyse onu daha az yapmaya başladılar.

    Daha az stok tuttular, daha az ticari kredi açtılar. Buna karşılık daha fazla nakit tutmaya başladılar. İşlerini tatil edip, nakit tutarlarını artırdılar. Bu arada banka borçlarını da azalttılar. Kısacası ne yaptılar? İşlerini azalttılar, dertlerini hafiflettiler. Bu arada bir bütün olarak zararlarını da azalttılar. Rakamlar, o aynı rakamlar böyle gösteriyor. Ne yaptılar? Hükümetin tedbir almasını beklemeyip kendi başlarına ayakta kaldılar. İyi de yaptılar. Peki, şimdi ne yapıyorlar? 2010 yılı ilk çeyreği itibariyle bakarsanız, bekliyorlar. Kârlar ceplerinde, nakit hesaplarında yatırım yapmıyorlar. Gelecek için işlem hacimlerini artırmayı planlamıyorlar. Bekliyorlar. Krizin dibindeki gibi değiller. Acıyı artık biliyorlar ve o kadar da hissetmiyorlar. Böyle bakarsanız, kriz öncesi üretim seviyesine en erken 2012 gibi ulaşılır gibi duruyordu. Daha orada bile değiliz. Ama bakın yurtdışı öngörülebilir gibi değil, içeride mali kural komedisinin yoğunlaştırdığı bir politika belirsizliği var. Politika belirsizliği böylece seçim öncesinde gelmiş oldu. Neden geldiğini de herhalde artık anlamış durumdayız. Bu arada cari işlem açıklarımızı portföy yatırımları ile finanse ediyoruz. Hadi bakalım, kolay gelsin.

    İktisat, birleşik kaplar gibidir. Siz hiçbir şey yapmasınız da bir fiyat ya da miktar intibakı geliverir. Marifet sosyal faydayı en çoklaştıracak sonucu çıkarmaktır. Türkiye bunu yapamamıştır. Burada beceriksizdir. Yoksa herkes kendi derdine bir çözüm üretir. Bir dengeden bir başka dengeye geliverirsiniz. Şirketlerimizin kendi başlarına işi rölantiye alma kararları, bazı kişilerin işlerini kaybetmesine neden oldu. Bazı hanelerin gelir akımlarını azalttı. Bu arada ticari kredileri kesilen şirketler işi terk etti. En güçsüzler alanı terk edince onların pazar payı da daha büyüklere kaldı. Bir yeni denge hali doğdu. Memnun olanlar elbette vardır, ama olan budur.

    Geçen hafta size siyasetteki Bart Simpson üslubundan bahsetmiştim. Oradan bakarsanız, ortada hükümeti ilgilendiren bir problem elbette bulunmuyor. Bir okurdan gelen elektronik mektup, bir 'The Sipmpsons' izleyicisi olarak eksiğimi tamamlıyordu. Onu ekleyeyim. Bart, bir kabahat işlediğinde "I didn't do it. Nobody saw me do it! You can't prove anything!" derdi. Tamamlayayım, eksik kalmasın. "Ben yapmadım. Kimse yaptığımı görmedi. Hiçbir şey kanıtlayamazsınız".

    Ben bu benzetmeyi giderek daha çok beğenmeye başladım.

    Hepimizin mesulü siyasettir. Sorumluluğunun farkında olmayan siyasetçiler emekli edilmeden problemlerimiz çözülmez.

     

    Bu köşe yazısı 31.08.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır