Arşiv

  • Mayıs 2024 (5)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Merkez Bankası'nın yapabileceği pek bir şey yok

    Fatih Özatay, Dr.30 Eylül 2010 - Okunma Sayısı: 954

     

    Sermaye hareketleri çoğu ülkede uzun bir süredir serbest. Her gün, inanılmaz boyutlarda döviz alım satımı oluyor. Farklı paraların alım ve satımı, o paralar cinsinden tutulması planlanan mali varlıkların beklenen getirilerine bağlı.

    Beklenen getiriler çok sayıda faktör tarafından belirleniyor ve bunların büyük kısmı geleceğe ilişkin. Mesela: ABD Merkez Bankası ne zaman faiz artırmaya başlayacak? Maliye politikalarındaki gevşeme devam edecek mi? Yoksa ülkeler Almanya'yı mı izleyecekler? İran'a müdahale yapılacak mı? Türkiye'deki genel seçim sonrası nasıl bir iktidar çıkar? Bu iktidarın ekonomi politikası nasıl olur? Bu tür sorularla çok sayıda köşe yazısı doldurabilirsiniz. Bu kadarıyla yetineyim.

    Kısacası, döviz kurunun ileride alabileceği değerleri önceden tahmin etmek neredeyse imkânsız. İhracatın kârlılığı açısından, elbette, "Kurun düzeyi şu olursa, iyi olur" diyebilirsiniz. Ama çok sayıda değişkenin etkilediği döviz kurunu telaffuz edilen düzeye nasıl getireceksiniz? Siz kuru bir tarafa çekmeye çalışırken, o faktörler onu başka tarafa çekerse ne olacak?

    Bu genel saptamalardan sonra şu noktaya da dikkat etmek gerekiyor: Kuru yükseltmek, düşürmekten daha kolay. Ancak, kurun hangi ekonomik ortamda yükseldiği önemli. Ekonomi politikasında 'saçmalayarak' gayet rahatlıkla ulusal paranızın değerini düşürebilirsiniz. Ancak böylesine bir saçmalama ortamında, riskler artıp büyüme hızı da düşeceğinden, bunun pek istenilir bir durum olmayacağı ortada.
    Saçmalamadan, kuru daha rekabetçi bir düzeye getirmek ise kolay değil. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda, rekabetçi bir kur için Merkez Bankası'nın yapabilecekleri sınırlı. Bunları daha önce çeşitli defalar bu köşeye taşıdım. Kısaca özetleyeyim.

    Birincisi, günlük döviz alım miktarı artırılabilinir. Ama bunun bir üst sınırı var. İkincisi, enflasyon yüzde 5-6 aralığına kalıcı biçimde düşerse, enflasyon hedeflemesi rejiminin uygulanmasında değişikliğe gidilebilir. Bu değişiklikle döviz kurunun reel değerinin faiz kararlarındaki mevcut ağırlığı biraz daha yükselir.

    Ne var ki bu iki politika değişikliğinin de döviz kuruna belirgin bir etkisi olmayacaktır. Merkez Bankası'nın yapabilecekleri açısından en etkilisi politika faizini düşürmektir. Ama az önce değindiğim nedenle bu düşüşün 'ekonomi politikasında saçmalama' olarak algılanmaması gerekir.

    Bunun için de top hem maliye politikasında, hem de yapısal reformlar açısından siyasi iktidardadır. Farklı bir ifadeyle, enflasyonun kalıcı biçimde yüzde 5 düzeyine geleceği bir ortamın yaratılması, faiz haddinin de düşük düzeyde olacağı bir ortam anlamına gelir.
    Bu ortam nasıl sağlanabilir? Birincisi, mali kuralın denetim ve şeffaflık açısından güçlendirilerek yasalaşması gerekir. İkincisi, mali disiplinde dizginler her kaçtığında yürürlüğe giren kamunun ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırıcı uygulamalara son verilmelidir. Üçüncüsü, yurtdışında gelen dövize olan bağımlılığımızı azaltmak üzere Türkiye'nin yetersiz tasarruf oranını artırmak gerekir. Bu çerçevede, kamunun vergi gelirlerini artırmak üzere kayıt dışı ekonomiyle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini araştırarak işe başlanabilir mesela.

    Tüm bunlar yapılıyorken de kısa vadeli sermaye hareketlerini kısıtlayıcı uygulamaların yapılabilirliği incelenmelidir. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların da bu sorunun yanıtını aradıkları şu günlerde, uluslararası tartışma platformunda yer almak gerekir.


    Bu köşe yazısı 30.09.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır