Arşiv

  • Mayıs 2024 (5)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Merkel ve Sarkozy'nin yaptıkları

    Fatih Özatay, Dr.29 Kasım 2010 - Okunma Sayısı: 907

     

    'Akademik çalışmalardan biliyoruz ki geçerli neden olmadan da piyasalara hücum olabiliyor.'

    AB'de son günlerde yaşananlar ekim ayında Almanya ile Fransa yetkilileri arasında yapıldığı söylenen bir görüşmeyi gündeme getirdi. Mayıs ayında Avrupa İstikrar Fonu kuruldu. Üye ülkelerin piyasalardan uygun miktarda ve maliyette borçlanamayacak duruma düşmeleri halinde, IMF'nin ve Avrupa Komisyonu'nun ortaklaşa uygun görecekleri bir ekonomik programı devreye sokmayı kabul etmeleri koşuluyla bu fondan yararlanmaları mümkün oluyor. Birlik üyesi ülkelerin fona toplam koydukları para 440 milyar euro. IMF'nin de katkısıyla bu fon 750 milyar euro oluyor.

    Haberler şöyleydi: Merkel ve Sarkozy bu fonun geçerlilik süresi bittikten sonra 2013 başında yeni bir sistemin devreye girmesine karar vermişlerdi. Borcunu ödemekte zorlanan bir AB üyesi ülkenin ödeyeceği borç miktarının azaltılması için özel sektörü de devreye sokuyordu bu sistem.

    Hedef yaratıldı

    Türkçesi şu: Bir bankayım. Bilançomda 10 milyar euro tutarında Portekiz devletinin tahvili var. Başı derde girince, benim gibi olan bankalarla bir araya gelip Portekiz'le masaya oturuyoruz. Ben 10 yerine mesela 6 milyar euro almaya razı oluyorum. Neden? Çünkü AB'nin bu devletlerin borçlarını üstlenecek bir mekanizması yoksa paramı hiç tahsil edememe olasılığım var. Hiç olmazsa bir kısmını bu anlaşmayla kurtarıyorum.
    Haberler, bu tür bir kısmi devlet iflasının otomatiğe bağlanmak istediğini ortaya koyuyordu. Elbette piyasaların tepkisi şiddetli oldu. Algılanan riskler artınca sorunlu ülkelerin tahvillerinin faizleri sıçradı. Financial Times'da 25 Kasım tarihinde çıkan habere göre, Fransa uyarıları dikkate alarak böyle bir sisteminin zararları konusunda Almanya'yı uyarmış. Almanya yine de alacaklıların da ellerini taşın altına koyacakları bir sistemden yanaymış.

    Bu tür otomatik bir iflas sistemine karşı iki önemli eleştiri var. Birincisi, bu sistem borçluların borçlanma maliyetlerini arttırır. Gerçekleşti: Haberlerin sızmasıyla sorunlu ülkelerin devlet tahvillerinin piyasalardaki faizleri sıçradı.

    İkincisi şu: Böyle bir sistem tasarladığınızda 'hücum edilecek bir hedef' yaratmış oluyorsunuz. Hele hücum edilmesi için geçerli bir neden varsa. 'Hücum edecekler' piyasalar. 'Hücum' sorunlu ülkelerin tahvillerini bir an önce satmak oluyor. 'Hedef' ise sorunlu ülkeler.

    Para krizlerine ilişkin yapılan akademik çalışmalardan biliyoruz ki, geçerli bir neden olmadan da bu tür hücumlar gerçekleşebiliyor. Mesela Rusya'da kriz çıkıyor. Brezilya'da yaşayanların da 'votka içtikleri' sanılıp Brezilya tahvilleri, hisse senetleri elden çıkarılıp bir an önce dövize dönmeye çalışılıyor. Döviz kurunun artmasını önlemek o ülke için maliyetli ise (daha yüksek faiz istenmiyorsa, fazla döviz rezervi yoksa) bu hücuma karşı savunma yapılmıyor. Döviz kuru sıçrıyor. Oysa Brezilyalılar zinhar votka içmiyorlar; ne gam!

    Makul bir neden olsun ya da olmasın, sonuçta böyle otomatik bir sistemde de bu tür hücumlar olabileceği ileri sürülüyor. Benzer bir şekilde bir an önce satılmaya çalışılan devlet tahvillerinin piyasada fiyatları düşeceği (faizleri yükseleceği) için, faiz yükselmesini göğüslemek istemiyorlarsa ülkelerin kısmi iflası tercih edecekleri belirtiliyor.

    Kısacası kurtarma fonuna alternatif olarak getirilen sistemin sorunu daha da ağırlaştırabileceği görüşleri var. Meraklısına not: Bu görüşler için 9 Kasım 2010 tarihli, Paul De Grauwe imzalı bir notu öneririm. CEPS web sayfasından (www.ceps.eu) bulabilirsiniz.


    Bu köşe yazısı 29.11.2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır