Arşiv

  • Mayıs 2024 (5)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Önlemler neden yetersiz?

    Fatih Özatay, Dr.05 Ocak 2011 - Okunma Sayısı: 1530

     

    Sayın Ali Babacan yeni yıl dolayısıyla televizyonlarda yaptığı açıklamalarda yakında cari işlemler açığındaki kötü gidişata karşı yeni önlemler alınacağını belirtti. Doğru bir düşünce. Elbette önlemlerin ne olacağı önemli.

    Mesela, cari işlemler açığını finanse etmek için Türkiye'ye akan kısa vadeli sermayenin akmasına izin verilecek mi? O kısa vadeli sermaye ki, içeride hızlı kredi genişlemesine neden oluyor. Hızlı kredi genişlemesi daha sonra dönüp talebi artırıyor: Hem üretimde kullanılan ithal girdiler hem de doğrudan tüketim malı ithalatı yükseliyor. Cari açık daha da artıyor. Gözlerden kaçan bir nokta daha var. Ama önce kısa vadeli sermaye girişine ilişkin bir tablo vereceğim sonra bu gözden kaçan noktaya döneceğim.

    2010 yılına ne yüksek büyüme hızı ne de enflasyon hedefinin tutması damgasını vurdu. Bunlar elbette önemli kazanımlar, ancak yakın geçmişle (2001 krizi sonrası ile) karşılaştırıldığında, 2010'u asıl farklı kılan cari işlemler açığının finansman biçimi oldu. Dikkat: Yüksekliği değil de finansman biçimi. Yoksa, cari işlemler açığı daha önce de yüksek düzeylere çıktı.

    Tablo 1'de hem cari işlemler açığının ilk on aylık değerleri var hem de finansmanına ilişkin bilgiler. Finansman kaleminde resmi döviz rezervlerindeki değişimi dikkate almadım. Cari işlemler açığının karşısındaki artı işaretli değerler cari işlemler hesabının açık verdiğini gösteriyor. Finansman kısmındaki eksi işaretli değerler net sermaye çıkışı olduğunu ifade ediyorlar. Kısa vadeli sermaye girişlerinin içinde bankaların ve şirketlerin net kısa vadeli borçları, kısa vadeli ticari kredi borçları, mevduat değişiklikleri ile net hata ve noksan var. Tabloda, değişkenlerin her yılın ilk on ayındaki toplam değerleri yer alıyor.

    Cari açık ve rezerv hareketi hariç finansmanı (İlk on ay, milyar $)

    2006 2007 2008 2009 2010

    Cari açık 26.5 29.7 38.4 9.2 35.7

    Finansman:

    Toplam sermaye girişi (1) 30.3 38.0 38.9 4.5 43.8

    Net hata noksan (2) 0.0 -0.4 2.2 4.0 1.2

    Toplam (1+2) 30.3 37.6 41.1 8.5 45.0

    (Kısa vadeli olan kısmı) -6.2 -3.3 4.1 13.6 31.0

    Tablo aslında yeteri kadar çarpıcı. Yine de birkaç noktaya değineyim: 2006 ve 2007 yıllarındaki yüksek cari işlemler açığının finansmanında kısa vadeli yabancı fon kullanılmamış. Aksine, her iki yılda da, Türkiye, yurtdışından yeni aldığı kısa vadeli borcun daha fazlasını geri ödemiş; net sermaye çıkışı var. 2010'da cari işlemler açığı yine yüksek. Bu sefer, bu açığın çok büyük bir kısmı, kısa vadeli sermaye girişi ile finanse edilmiş. İlk on ayda net olarak tam 31 milyar dolar kısa vadeli sermaye gelmiş Türkiye'ye.

    Bir diğer nokta şu: Kısa vadeli sermaye girişlerindeki çarpıcı artış, son iki yıl için geçerli. Açık ki bu olgunun küresel krizle de ilgisi var. Bizim almadığımız önlemler bir tarafa, ekonomi yönetimi yetkililerinin son haftalarda sıkça şikâyet ettikleri gelişmiş ülkelerin ekonomi politikalarının bir sonucu bu. Farklı bir ifadeyle, bir şeyler yapmazsak, bu olumsuz olgu bir süre daha bizimle beraber olacak.

    Gözden kaçan noktaya sıra geldi şimdi. Şu soru ile başlayayım: Bizim almadığımız önlemler neler? Geride bıraktığımız yılın son aylarında, özellikle de Aralık ayında hem Merkez Bankası hem de BDDK bir dizi önlem aldı. Bunların tamamına yakın bir kısmı bankacılık sektörünün kredi arzındaki hızlı artışı kısmaya yönelikti. Yazının girişinde hızlı kredi genişlemesi ile bankacılık sektörü kredileri arasındaki ilişkiye kısaca değindim. Peki, alınan kararlar hızlı kredi genişlemesini kısabilecek mi?

    Para politikasının kredi arzı üzerinde istenildiği ölçüde etkili olabilmesi için iki koşul önemli: Bankalar zorunlu karşılık oranına tabi olmayan yeni borçlanma biçimi bulabilirler ve bu fonları kullanarak yeni krediler açabilirler. Bankaların bu olanağının olmaması gerekiyor ki, zorunlu karşılık oranındaki artış, kredi arzı üzerinde etkili olsun. İkincisi, şirketler kesimi banka kredileri dışında yeni kredi kaynakları buluyorlarsa, yine kredi arzındaki artışı istenildiği ölçüde kısıtlamak mümkün olmaz.

    Dikkat: Hep 'istenildiği ölçüde' dedim. Elbette bu önlemlerin bir miktar etkisi olur: Sözgelimi, küçük ve orta ölçekli şirketlerin yurtdışından borçlanma olanakları olmayabilir. Ama temel amaç, hızlı kredi genişlemesini kısmak ise, alınan önlemleri yetersiz kılacak kanalları da 'tıkamak' gerekir.

    Tabloda gösterilmemekle birlikte, kısa vadeli sermaye girişlerine ilişkin ayrıntıya inince, 2010'a ilişkin başka farklılıklar da ortaya çıkıyor: Birincisi, mevduat olarak giren dış fonlarda çok büyük bir artış var. İkincisi, bankacılık sektörünün kısa vadeli borçlarındaki artış, daha önce 2010'da olduğu kadar büyük hiç olmamış (2010'da net 7,1 milyar dolar borçlanılmış). Artış bir tarafa, 2006- 2007 ve 2009'da net kısa vadeli dış borç ödeyicisi olmuş bu sektör.

    Kıssadan hisse şu: Hızlı kredi genişlemesi frenlenmek isteniyorsa (istek doğru mu değil mi o farklı tartışma konusu), diğer kanallara dikkat etmek gerekiyor. Öyle görünüyor ki iş dönüp dolaşıp yine bir türlü ağızlara alınmayan sermaye kontrollerine geliyor.

     

    Bu köşe yazısı 05.01.2011 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır