Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Başka açıdan Merkez Bankası'nın açmazı

    Fatih Özatay, Dr.05 Şubat 2011 - Okunma Sayısı: 1299

     

    'TCMB'nin son kararlarından sonra çok sayıda paçal fon maliyet hesabı yapıldı. Normal bir ülkede bu hesap anlamlı değil.'

    Bir banka düşünün. Toplam 100 liralık fonu (borcu) var. Borcunun tamamı mevduat şeklinde ve bir yıl vadeli olsun. Zorunlu karşılık oranı yüzde 5 ise ve banka sadece kredi açarak topladığı mevduatı değerlendiriyorsa 5 lira merkez bankasına yatıracak, 95 liralık da kredi açabilecek.

    O ülkenin merkez bankası zorunlu karşılıkları yüzde 10'a çıkarsın. Bu durumda o banka artık en fazla 90 liralık kredi açabilecek. Eski kredi hacmini korumak istiyorsa daha fazla mevduat toplamak için mevduat faizini arttıracak. Bu durumda topladığı fonların maliyeti arttığından, kredi faizi de artacak. Bir yandan açılabilecek kredi miktarında azalma, diğer taraftan da artan kredi faizi nedeniyle kredi talebinde azalış olacak. Böylelikle merkez bankası parasal sıkılaştırmaya gitmiş olacak.

    İkinci örnek: Bankanın 100 liralık bir yıl vadeli mevduatı ve 20 liralık bir hafta vadeli merkez bankasına borcu olsun. Banka bir yıl vadeli kredi açıyor. Bu nedenle kredi açarken merkez bankasından aldığı borcu kullanmıyor. Bu koşullar altında, merkez bankası, bankalara sattığı bir haftalık vadedeki borcun faizini ne kadar düşürürse düşürsün, zorunlu karşılık oranını arttırırsa yine birinci örnekteki sonuç ortaya çıkacak: Kredi faizi artacak, açılabilecek kredi miktarı azalacak.

    Üçüncü seçenek

    Üçüncü olarak ilk örnekteki bankayı alın. Tek değişiklik mevduatın vadesinde: Bir hafta vadeli. Merkez bankası zorunlu karşılık oranını arttırınca, artık bankanın üçüncü bir seçeneği var. Gidip merkez bankasından haftalık vadede borç alabilir. O ülkenin merkez bankası haftalık vadeli faizin düzeyini belirliyor ve piyasada oluşan faizin o düzeyden sapmasını istemiyor. O banka o faizden başka bankalardan borçlanamıyorsa, merkez bankası faizin artmaması için o bankaya borç vermek zorunda.

    Bu durumda, merkez bankası zorunlu karşılık oranını arttırmış olsa da bankaların açacağı fon miktarında azalma olmuyor. Zorunlu karşılık oranını arttırırken bir de bankalara sattığı haftalık vadedeki paranın faizini düşürüyorsa bankaların toplam fon maliyeti ya zorunlu karşılık oranındaki artıştan daha az artıyor ya da artmıyor, belki de düşüyor.

    Sorun nerede

    Mesela dördüncü örnek olarak bankanın topladığı fonların yarısının mevduat, yarısının merkez bankasından alınmış borç olduğunu düşünün. Her ikisinin vadesi de aynı olsun. Zorunlu karşılık oranının bir puan artıp, borç verme faizinin bir puan düşmesi, bankanın fon maliyetini değiştirmediği gibi, bankaların kredi açabileceği fon miktarını da etkilemeyecek. Merkez bankasının bu politikası parasal sıkılaştırma anlamına gelmeyecek.
    Oysa dördüncü örnekteki bankanın mevduatı bir yıl vadeli olsa merkez bankasının söz konusu politikası parasal sıkılaştırma anlamına gelecek. Zira o banka merkez bankasından daha ucuza alabileceği bir haftalık borç ile bir yıl vadeli kredi açmaya çalışmayacak.

    Türkiye'deki sorun işte burada ortaya çıkıyor. Mevduatın vadesi çok kısa. TCMB'nin son kararlarından sonra çok sayıda paçal fon maliyeti hesabı yapıldı. Normal bir ülkede belirttiğim nedenlerle bu tür bir hesap anlamlı değil. Ama Türkiye koşullarında bu hesabın anlamı var. Bu hesaplara yol açan çarpık vade yapısı, TCMB'nin yeni politikasının işleyebilmesi için neden BDDK'nin ve siyasi otoritenin perşembe günü ele aldığım biçimde devreye girmesi gerektiğini gösteriyor.


    Bu köşe yazısı 05.02.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır