Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Maliye politikası sıkı değilse

    Fatih Özatay, Dr.14 Nisan 2011 - Okunma Sayısı: 1363


    Türkiye, yaklaşan genel seçimler nedeniyle 2010 yılında 'gevşek' bir maliye politikası izlemeyi tercih etmiş.

    Türkiye ekonomisi, 2010 yılında yüzde 8.9 gibi oldukça yüksek bir hızla büyüdü. Küresel kriz sırasında içine düştüğümüz 'V' şeklindeki çukurdan üçüncü çeyrekte çıkmıştık. Dördüncü çeyrekte gerçekleşen gayri safi milli hasıla (GSMH) değeri, bu çıkışı tescilledi. Krizden önceki en yüksek GSYH değeri 2008'in ilk çeyreğinde gerçekleşmişti. 2010'un son çeyrek GSYH değeri, kriz öncesindeki zirve GSYH değerinden yüzde 5.4 daha yüksek.

    Potansiyel büyüme hızımızın yüzde 4.5 olduğu dikkate alındığında, potansiyelimizin bu kadar üzerinde bir hızla büyümenin birtakım sorunlar doğuracağı da açık. Doğurdu da. Bu sorunların 2011'in ilk çeyreğinde de sürdüğü, hafta başında açıklanan ödemeler dengesi rakamlarından anlaşılıyor. Cari işlemler hesabındaki bozulma devam ediyor. Son yazımda, bu yüksek cari açığın finansman biçiminde, yılın ilk iki ayında bir miktar iyileşme gözlendiğini belirtmiştim. Bu saptamayı, yüksek net hata ve noksan kalemini dikkate almadan yapmıştım.

    MB cari açığı dert etti

    Ancak 2011'in ilki iki ayında net hata ve noksanın çok yüksek bir (artı işaretli) değer alması, bir anlamda, kaynağı tam olarak saptanamayan bir döviz girişi olduğunu gösteriyor. Bu da dikkate alınırsa, finansman biçimindeki bozulmanın da sürdüğünü belirtmek gerekiyor. Dikkate alıp almayacağımız ise çok açık değil: Net hata ve noksan kalemindeki gelişmeleri yorumlarken dikkatli olmak gerekiyor; adı üstünde 'net hata ve noksan'. Bu durumda, finansman biçiminde iyileşme olup olmadığının anlaşılması için önümüzdeki dönemde açıklanacak yeni verilere bakmak gerekiyor.

    Finansman biçimini bir tarafa bırakıp, yüksek cari açığa bir de maliye politikası çerçevesinde bakmak gerekiyor. Şu anda cari işlemler açığını kendisine dert etmiş tek bir kurum var: Merkez Bankası (MB). Maliye politikası bu mücadelede ne yazık ki yer almıyor. Ancak sadece parasal önlemlerle cari işlemler açığı sorununu çözemeyeceğimiz de ortada. İşin bir yapısal boyutu var: Hızlı büyüdüğümüz dönemlerde, hızlı büyümeyi finanse etmeye yetecek kadar tasarruf yapamıyoruz. Bu nedenle başkalarının tasarruflarına başvurup onlardan borç alıyoruz. Farklı bir ifadeyle de bu yapısal sorunu belirtmek mümkün: Bir ülkenin yatırımlarının tasarruflarından daha yüksek olması, o ülkenin cari işlemler hesabının açık veriyor olması anlamına geliyor.

    Özel sektörün daha fazla tasarruf etmesinin sağlanması öyle kolay değil. Bu amaca ulaşmak için ne tür yapısal reformlar yapılacağı çok açık değil. Bu tür reformlar tasarlanabilse bile, sonuçlarını almak için uzun yılların geçmesi gerekir. Oysa kamu kesiminin daha fazla tasarruf etmesi bizim elimizde; sonuçta siyasi bir karar gerektiriyor.

    Tasarruf yapmadık

    Ne yazık ki 2010 yılındaki yüksek büyüme sayesinde artan kamu kesimi gelirlerini kötü günlerde kullanmak için tasarruf etmedik; harcadık. Evet, bütçe açığımız artmamış gibi görünüyor, ama bu yüzeysel bir görüntü. Büyüme hızının normalin üzerinde ya da altında gerçekleştiği dönemlerde, bütçe performansı, gelişmiş ülkelerde farklı değerlendiriliyor. Bu normal dışı büyüme hareketlerine göre gelir ve harcama kalemleri yeniden düzenleniyor.

    Türkiye için bu veriler yayımlanmıyor. Ancak bazı göstergeler de yok değil. Mesela hızla büyürken ithalat ve ithalattan alınan vergiler de hızla artıyor. Dolayısıyla bütçe gelirlerine, ithalattan alınan vergileri çıkarıp bakmak mümkün. Öyle yapınca da 2010'daki bütçe performansının iç açıcı olmadığı ortaya çıkıyor. Kısacası, muhtemelen krizden bir an önce çıkmak ve yaklaşan genel seçimler nedenleriyle 2010 yılında Türkiye 'gevşek' bir maliye politikası izlemeyi tercih etmiş.


    Bu köşe yazısı 14.04.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır