Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bodoslama mı?

    Fatih Özatay, Dr.24 Mayıs 2011 - Okunma Sayısı: 1196

     

    Kısa vadeli sermaye girişlerini kısıtlamaya yönelik önlemler yararlı olabilir; oysa kategorik bu önlemleri reddediyoruz.

    Mart 2011 itibariyle son on iki aylık cari işlemler açığımız 60.5 milyar dolarla rekor düzeye ulaştı. Türkiye'nin hızla büyüdüğü dönemlerde yüksek miktarda cari işlemler açığı verdiği artık hemen herkesin bildiği bir olgu. Şöyle de belirtebiliriz: Saatte en fazla 120 km hız yapacak bir otomobili 200 ile sürmeye kalkınca araba önce bir yerinden (cari işlemler tarafından) garip sesler vermeye başlıyor. Önemli soru şu: Bu ses tüm arabaya yayılır ve araba dağılır mı?

    Enerji ürünlerine yapılan ödemeler dışarıda tutulduğunda cari işlemler açığımızın o kadar da korkutucu boyutta olmadığı hep söyleniyor. Doğru: Enerji hariç açığımız son on iki ayda 23.5 milyar dolar kadar. Ne var ki 'enerji hariç cari açığımız düşük' diye rahatlamamız gerekmiyor. Sonuçta enerji ithal etmek zorundayız, bu yüksek bir cari açığa yol açıyor; bu açığı finanse etmemiz gerekiyor. 200'lük hızın 80'lik kısmını dikkate almayın demek, başka analizler için uygun olsa da, burada uygun olmuyor; çünkü böyle yaparak garip ses azaltılmıyor. 

    Türkiye'nin iç tasarruf sorunu
    Büyüme hızı ile cari işlemler açığı arasındaki yakın ilişki Türkiye'nin bir iç tasarruf sorunu olduğunu gösteriyor. Hızla büyümek için yatırım yapmamız gerekiyor. Ama bu yatırımları istenilen hızla gerçekleştirmek için kaynağa ihtiyacımız var. Yurtiçi tasarruflar yetmiyor; dışarıdan da kaynak (borç) bulmamız gerekiyor. Bu, Türkiye'nin önemli bir yapısal sorunu ve bugünden yarına çözülecek gibi değil. Ama Türkiye'nin bu soruna çare bulması gerektiği de açık.

    Temel soru şu: Yurtiçi tasarruf oranımızı nasıl arttırabiliriz? Akademik çalışmalar özel kesimin tasarruf oranını arttırmanın o kadar kolay olmadığını gösteriyor. Buna karşın, kamu kesiminin tasarruf oranı arttırılabilir. Bu manevra alanı var. Türkiye'nin OECD ortalamasına kıyasla çok düşük olan vergi gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasılasına oranında, ilk aşamada, mesela üç-dört puanlık bir artış yapılabilir. Türkiye açısından açık ki başarı olur ve cari açık sorununu hafifletir. Ne var ki bu 'ilk aşamayı' bile tamamlamak, siyasi irade olsa bile, bugünden yarına mümkün değil. 

    Kısa vadeli borçla finanse ediliyor
    Daha acil bir sorun var. Şu: 2001 krizinden sonraki dönemde 2008'e kadar olan yıllarda, cari işlemler açığını giderek artan bir oranda uzun vadeli dış borçlanma ile finanse ediyorduk. Dış borçlar içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının payı da giderek artıyordu. Oysa 2010 yılı bu açıdan çok olumsuz bir gelişmeye sahne oldu. Rekor düzeye çıkan cari işlemler açığımızın çok büyük bir kısmı kısa vadeli dış borçla finanse edildi. Bu olumsuzluk 2011'de de aynen devam ediyor. İçinde bulunduğumuz küresel ekonomik koşullarda önemli bir risk bu.

    Bu riskli finansman biçiminin gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının küresel kriz sırasında ekonomilerini paraya boğmaları ve faizlerini çok düşük düzeylere indirmeleri ile yakından ilgisi var. Eninde sonunda bu politikalar geri alınacak. Beklenenden önce ve daha agresif bir geri alma süreci bizim gibi ülkeler açısından çok büyük sorunlar doğurur. Kaldı ki, geri alma süreci sürprizsiz gerçekleşse bile, kısa vadeli borçlar ile cari açığını finanse eden ülkeler için yine sorun oluşacak.

    Olası büyük sorunlara karşı ne yazık ki pek önlem aldığımız söylenemez. Bir yandan ekonomiyi 'soğutarak' cari açığın kendisini azaltmalıyız. Diğer yandan cari açığın kısa vadeli borç ile finanse edilen kısmını en aza indirmeliyiz. Merkez Bankası bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama şu ana kadar bu girişimler başarısız oldu. Başarı için maliye politikasının sıkılaştırılması gerekiyor. Yetmez; hızlı kredi genişlemesine karşı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun da devreye girmesi lazım. Kısa vadeli sermaye girişlerini kısıtlamaya yönelik önlemler yararlı olabilir; oysa kategorik bu önlemleri reddediyoruz. Seçim öncesi belki yeteri kadar dikkat çekmiyor ama bu gidişat hiç iyi değil.

     

    Bu köşe yazısı 24.05.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır