Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Yeni para politikası başarılı oldu mu?

    Fatih Özatay, Dr.13 Temmuz 2011 - Okunma Sayısı: 1448

     

    Salı günü açıklanan ödemeler dengesi verilerine göre geçen yılın ilk beş ayında 16.8 milyar dolar olan cari işlemler açığımız bu yılın aynı döneminde 37.3 milyar dolara çıktı. Rekor düzeydeki bu açığın çok önemli bir kısmı kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse ediliyor. Gelişmiş ekonomilerdeki önemli sorunların çözümü için bir türlü mesafe alınamayınca cari açık ve bu açığın finansman biçimi Türkiye için risk oluşturmaya devam ediyor.

    Merkez Bankası (MB) uzun bir süredir cari açıktan ve finansman biçiminden şikâyetçi. Bu nedenle, 2010'un ikinci yarısından bu yana yeni bir para politikası uyguluyor. Cari işlemler açığını doğuran nedenlerin, açığın kendisinin ve finansman biçiminin finansal istikrarı tehdit ettiği saptamasından yola çıkarak ve kanununda finansal istikrarı sağlamak için kendisine verilen göreve dayanarak, hem açıkla hem de finansman biçimiyle mücadele ediyor. Bu çerçevede iki ara hedef koydu: Türkiye'ye bolca gelmekte olan kısa vadeli sermayeyi (dövizi) daha makul bir düzeye çekmek ve yurtiçi kredi arzındaki artışı azaltmak.

    Kısa vadeli sermaye girişini azaltmak isteğini döviz kurunu ılımlı bir şekilde yükseltmek olarak da algılamak mümkün. Zira MB eskiden hiç yapmadığı bir şeyi yapmaya başladı: Raporlarında liranın yabancı paralar karşısındaki değerindeki son gelişmeleri verdi. Dahası, bu gelişmeleri diğer yükselen piyasa ekonomilerinin para birimlerinin değerlerindeki son gelişmeler ile karşılaştırarak yorumladı. Lira değer kaybederken, diğer para birimlerinin değer kazandığının altını çizdi ve aldığı kararların etkili olduklarını bize anlatmaya çalıştı.

    MB'nin 2010 içinde döviz alım miktarlarını artırması, alacağı miktar hakkında bilerek yarattığı belirsizlik ve son olarak bankalardan gecelik vadede borç alma faizini yüzde 1.5 gibi çok düşük bir düzeye indirmesi, liranın önemli miktarda değer kaybetmesine yol açtı. MB'nin istediği gibi bu değer kaybı zamana yayılarak gerçekleşti. Mesela yılbaşından bu yana bir dolar ve bir avrodan oluşan döviz sepetinin lira karşılığı yüzde 9.7 oranında arttı.

    Buna karşılık, MB'nin kredi arzındaki hızlı artışı bir miktar yavaşlatmak için aldığı önlemler başarılı olmadı. Hatırlarsanız, MB bu amaçla üst üste zorunlu karşılık oranlarını önemli ölçüde artırmıştı. Zorunlu karşılık oranlarının artması, bankaların (topladıkları mevduatın daha fazla kısmını MB'de tutmak zorunda kalmaları nedeniyle) topladıkları mevduatın daha küçük bir kısmını kredi olarak değerlendirebilecekleri anlamına geliyor. Elbette bankalar MB'nin zorunlu karşılık oranlarını artırmasını başka yollarla telafi etmezlerse.

    Oysa en güncel veriler, bankaların MB'nin el koyduğu mevduatı başka yollarla telafi ederek kredi arzındaki hızlı artışı henüz frenlemediklerini gösteriyor. Telafi etme işlemi temelde üç yolla yapılıyor. Birincisi, bankalar portföylerindeki hazine tahvillerini azaltıyorlar. Mevduatın tahvil ve bonoya dönüşme oranı 2010 ortasında yüzde 31.1 düzeyindeyken, aynı oran 1 Temmuz 2011'de yüzde 17.5'e düştü. Bankalar, böylelikle, topladıkları mevduatın daha fazla kısmına MB'nin el koymasına karşın, kredi artışını sürdürülebiliyorlar. İkincisi, küresel likidite koşulları yurtdışından borçlanmak için çok uygun. Bu olanak da bankaların kredi arzındaki artışı sürdürmelerine destek oluyor.

    Sözünü ettiğim iki telafi mekanizması herhangi bir para politikası uygulamasının etkinliğini azaltacak mekanizmalar. Ancak bir üçüncü mekanizma var ki, bu henüz vazgeçilmeyen enflasyon hedeflemesi rejiminin özelliğinden kaynaklanıyor. MB'nin kredi arzındaki hızlı artışı yavaşlatma isteği asıl olarak bu nedenle çalışmıyor. Şöyle:

    Para Politikası Kurulu (PPK), enflasyonun ileride alacağı değerlere ilişkin tahminlerle hedef arasındaki farka atıfla faiz kararları açıklıyor. Bu kararlara kamuoyu özel bir önem veriyor ve tartışıyor. Enflasyon hedeflemesi rejiminde kısa vadeli para piyasasında bankaların kendi aralarında yaptıkları işlemler sonucunda ortaya çıkan kısa vadeli faiz, PPK'ca (MB'ce) açıklanan haftalık politika faizine (repo faizine), çok yakın bir düzeyde oluşmalı. Oluşmalı ki, politika faizi, piyasada belirlenen kısa vadeli faizler yoluyla daha uzun vadeli ve daha önemli olan mevduat ve kredi faizleri ile gösterge hazine tahvilinin faizini etkileyebilsin. Etkilemez ise ya da bu faizler politika faizinden önemli ölçüde ve uzun bir süre sapıyorlarsa, para politikası kararlarının bir etkisi olmaz.

    PPK'nin (MB'nin) açıkladığı faizin, kısa vadeli piyasa faizini belirlemesi şöyle gerçekleşiyor: Kısa vadeli para piyasasında, borçlanma ihtiyacı fazla ise ve bu fazlalık kısa vadeli piyasa faizini PPK'ca açıklanan faizin üzerine çıkarma eğilimi gösteriyorsa, MB bankalara borç para veriyor. Tersine, kısa vadeli para bol ise, bankalar bu parayı satacak başka banka bulmakta zorlanıyorlarsa ve bu nedenle kısa vadeli faiz PPK'ca belirlenen faizin altına düşme eğilimi gösteriyorsa MB bankalardan borç alıyor.

    Türkiye'de uzunca bir süredir likidite sıkıntısı var. MB devreye girip bankalara kısa vadeli (haftalık) borç vermezse, kısa vadeli faiz PPK'ca belirlenen faizin üzerine çıkacak ve iki faiz farklılaşacak. Bu durumda, kendi açıkladığı faizin bir anlamı olması için, MB'nin bankalardan kendisine gelen borç para talebine cevap verip onlara borç vermesi gerekiyor.

    İşte MB'nin bu zorunluluğu, bankaların üçüncü telafi yöntemini ortaya çıkarıyor. MB'nin bu açmazını bilen bankalar şöyle davranıyorlar: Zorunlu karşılık oranı arttıkça, kredi piyasasındaki paylarını azaltmak istemiyorlarsa, MB'den haftalık vadede borçlanıp MB'nin el koyduğu mevduatı telafi ediyorlar.

    Rakamlar şöyle: 2010 yılının son dört haftasında bankaların MB'de tuttukları zorunlu karşılık miktarı ortalamada 27.3 milyar lira kadarmış. Buna karşılık, aynı dönemde bankaların haftalık vadede merkez bankasından aldıkları borcun ortalaması 16.8 milyar lira düzeyindeymiş. En güncel haftalık veri bir önceki haftaya ait. 8 Temmuz 2011 cuma günü itibarıyla son dört haftanın zorunlu karşılık ortalaması 67.9 milyar lira. Buna karşılık bankalar MB'den ortalama 56.3 milyar lira borç almışlar. Dikkat: Her ikisindeki artış da aynı: Yaklaşık 40 milyar lira.

    Kısacası, MB, Ulus'ta Kale'ye bakan bir penceresinden bankalardan çektiği parayı, Gençlik Parkı'na bakan başka bir penceresinden bankalara vermek zorunda kalmış. MB'nin zorunlu karşılık oranını artırması bu açıdan (bugüne kadar) hiçbir işe yaramamış.

    Peki, kredi arzı ne alemde? Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 1 Temmuz 2011 tarihli verileri açıkladı. Bu rakamları vermek gereksiz; çünkü Garp cephesinde değişen bir şey yok; kredi arzı hız kesmeden sürüyor.


    Bu köşe yazısı 13.07.2011 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır