Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Arap Baharı, “model” tartışmaları ve Türkiye deneyimi

    Nihat Ali Özcan, Dr.14 Temmuz 2011 - Okunma Sayısı: 2149

     

    Aşağıda bahsedeceğim koşullar sağlandığı takdirde Türkiye'nin Arap dünyasına bir model olmaması için herhangi bir sebep göremiyorum.

    Birbirinden oldukça farklı üç grup Türkiye'de demokrasinin 2002 seçimlerinden sonra inşa edildiğine inanıyor.

    Bunlardan ilki kurnaz Batılılar. Bunlar Ortadoğu'daki olayları mümkün olduğunca az hasarla atlatmak ve siyasi İslamcıları yatıştırmak için Türkiye'yi örnek gösteriyorlar. "Sabırlı olun ve Türkiye örneğine bakın" diyorlar. "Çok fazla soruna yol açmadan da iktidara gelebilirsiniz".

    İkinci grupta bölgenin siyasi İslamcıları var. Kendilerini Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile özdeşleştiriyorlar ve güce ulaşmak için AKP yolunu takip etme fikrini benimsiyorlar. Son grupta ise amaçları basitçe ülkenin iç siyasetini yönlendirmek olan egoları fazla şişkin Türkler var.

    Her ülkenin demokrasi inşa etme deneyimi farklıdır ve bu süreç ülkenin kendine has tarihi, coğrafyası, kültürü ve psikolojisine göre belirlenir. Demokrasi yolculuğunun başlangıcını farklı zaman ve koşullar şekillendirir. Anlamlı bir "model" tartışması için Türk demokrasi tarihine kısaca göz gezdirmek elzemdir. Aşağıda bahsedeceğim koşullar sağlandığı takdirde Türkiye'nin Arap dünyasına bir model olmaması için herhangi bir sebep göremiyorum.

    İlk koşul kendine güvenmektir.  Bu şartı sağlamak için altı yüzyıllık bir imparatorluğun mirasını taşıyan ve hiçbir zaman sömürge olmamış bir toplum bulmanız gerekiyor. İkinci olarak, demokratikleşme sürecinin her aşamasında özgüveni oldukça yüksek olan Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin imzası vardır.

    Türkiye ta 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk gibi herhangi bir kişisel, ailevi veya mezhepsel etki altında olmayan, etkili ve pragmatik bir lidere sahip olduğu için çok şanslıydı. Atatürk dünyayı İslam ve Batı'dan oluşan ikili bir yapı olarak algılamadı; uygarlığı insanlığın ortak eseri olarak gördü. Herhangi bir dış dayatma olmaksızın "batılılaşma" hedefine odaklanabildi ve pek çok yasal, siyasi ve sosyal reformu gerçekleştirebilmek için hem faşizmi hem de komünizmi reddetti. Laikliğe ve cinsiyet eşitliğine olan inancı üst düzeydeydi. Bu doğrultuda kadınların konumunu radikal biçimde değiştirdi. Atatürk'ün mirasını çok partili sisteme barışçıl bir geçiş sağlayan ve gücü yeni iktidar partisine devreden İsmet İnönü devraldı. Daha sonra Adnan Menderes Türkiye'yi NATO'ya soktu. Bu fırsat ülkeye güvenlik getirmekle kalmadı, ayrıca Türkiye'yi Batı'nın ideolojik ortağı yaptı.

    Turgut Özal serbest piyasanın kurulması için kıvılcımı çaktı ve 1980'lerde ülkenin küresel ekonomi ile bütünleşmesini sağladı. Özel sektör Özal liderliğinde ulusal ekonominin itici gücü haline geldi. Bu adımlar hem siyasi, iktisadi ve sosyal yapıları ve iç dinamikleri hem de halkın zihniyetini ve beklentilerini radikal bir biçimde dönüştürdü. Böylelikle Anadolu'dan gelecek yeni aktörlere sahnede yer açıldı. 1999 yılında Bülent Ecevit'in başbakanlığında Türkiye Avrupa Birliği'ne tam üyelik için aday oldu. AB üyeliğinin resmi devlet hedefi olarak belirlenmesi "demokratik değerlerin" içselleştirilmesini sağladı.

    Darbeler ve yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi tarihi kazaları bir kenara bırakırsak, bu genel değerlendirme liderlerin ve tarihsel sürekliliğin önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Erdoğan "ileri demokrasi" ve "liberal ekonomi" amaçlarının söz konusu sürekliliği sağlama konusundaki kararlılıklarını gösterdiğini iddia etmektedir.

    Bir model arayanların sorması gereken soru şudur: Türk demokrasisi AKP'nin eseri midir? Yoksa AKP Türk demokrasisinin eseri midir?

     

    Bu köşe yazısı 14.07.2011 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır