Arşiv

  • Mayıs 2024 (6)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Şimdi yabancıların önü açılmış mıdır?

    Güven Sak, Dr.29 Temmuz 2011 - Okunma Sayısı: 1418

     

    Türkiye nasıl 'Allah'a emanet' biçimde hızla büyüdüyse, şimdi de 'Allah'a emanet' bir biçimde kendiliğinden, yavaşlamaktadır.

    Geçen gün "Endişeye mahal yoktur ama tedirgin olmakta fayda vardır" demiştim. Oradan başlayıp, artık kur intibakının olası sonuçlarını elden geçirmeye başlayayım. Bugünün konusu böyle olsun: Kur intibakı, doğrudan yabancı yatırımların önünü açacak mıdır? İntibakın tamamlanmasının ardından, Türkiye uluslararası değer zincirleri için önemli bir yatırım alanı haline gelecek midir? Kötü kaderini değiştirmiş mi olacaktır? Doğrusu ya, ben emin değilim. "Çalkantılı bir memleketin yatırım ortamı nasıl olur?" bir düşünelim.

    Geçenlerde İngiliz Financial Times (FT) gazetesinde, Boston Consulting Group (BCG) yöneticilerinin kısa bir değerlendirme notu vardı. BCG önce bir Türkiye'ye gelmişti, sonra gitti. Bugünlerde Türkiye operasyonlarını yeniden başlatmaya çalışıyor. BCG'nin tespitine göre Türkiye, uluslararası doğrudan yatırımlardan hakça bir pay alamıyor. Ülkenin büyüklüğü, büyüme performansı, siyasi istikrarı, kamu borcunun milli gelir içindeki payı, ülkenin hızla büyüyen ve bu arada tüketim kalıbı değişen orta sınıfı gibi bir dizi değişkene göre baktığınızda, Türkiye'nin rakiplerine göre daha az doğrudan yabancı yatırım çektiğini görüyorsunuz. Özellikle Amerikalı yatırımcılar Türkiye'ye gelmiyorlar. Türkiye, dünyanın 16. büyük ekonomisi ama Amerikan yatırımlarını en çok çeken ülkeler listesinde 40. sırada. Durum, 2008'de de böyleydi. Buyurun, 2010 yılında da böyle. Benim en çok ilgimi çeken, FT'deki yazıda, BCG yöneticilerinin pastadan hakça payla ilgili tespitiydi. Buna göre, Türkiye'nin doğrudan yabancı yatırım tutarını üç katına çıkarması gerekiyor. Şimdilerde 6,6 milyar dolar düzeyinde olan doğrudan yabancı yatırım tutarı 19,5 milyar dolara kadar yükselebilir. Bu durum cari işlemler açığının istikrarlı finansmanı ve sürdürülebilir büyüme için olduğu kadar, Türkiye'nin ihracat yapabilme kapasitesini arttırması için de önem taşıyor.

    Peki, bunun için olumlu bir ortam var mı? Var. Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton'ın İstanbul ziyareti sırasında en çok duyduğum mesele, Türk ve Amerikan şirketlerinin ortaklıklar kurması meselesiydi. Özellikle üçüncü ülkelere yönelik işbirliği konusu gündemdeydi. Üçüncü ülkelerle işbirliği için Türk-Amerikan ortaklıkları meselesini TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoglu'nun Vaşington ziyareti sırasında geçmişe göre önemli bir farklılık olarak not ettiğimi hatırlıyorum. Bu ilk tespittir.

    Geleyim ikincisine: Burada söz konusu olan yalnızca Türkiye'nin kocaman iç pazarına yabancı şirketleri almakla ilgili bir mesele değildir. Türkiye'nin artık iç pazarını paylaştığı yabancı şirketlerden, sanayinin yüksek teknolojili dönüşümüne destek verecek bir dizi talebi olmalıdır. İhracat hedefi olmalıdır. Uluslararası zincirlerin parçası olmakla ilgili bir stratejisi olmalıdır, Bir yabancı sermaye stratejisi olmalıdır. Bir ülkenin yabancı sermaye stratejisi, "Ne olursan ol, yine de gel" diye tasarlanamaz.

    Geleyim güncel meseleye; kur hareketi yabancı yatırımcı için uygun bir ortama yol açmış mıdır? Hareket tamamlandığında açacaktır. Türk Lirası'nın (TL) değer kaybı, doğrudan yabancı yatırımcılar için bir yatırım fırsatıdır. TL cinsi varlıkların, işçiliğin dolar cinsinden değeri ucuzlamaktadır. Ancak bu noktada kamu ve özel sektör arasındaki politika diyalogunun hali pür melali ve yatırım ortamının istikran olumsuzluklar arasında öne çıkmaktadır. Türkiye nasıl "Allah'a emanet" bir biçimde hızla büyüdüyse, şimdi de yine "Allah'a emanet" bir biçimde, yani kendiliğinden, yavaşlamaktadır. Burada tedirginlik yaratması gereken husus, iktisat politikası çerçevesine hâkim olan bu "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" üslubudur.

    Merkez Bankası Başkanı'nın açıklamaları "Saldım çayıra, Mevlam kayıra" yaklaşımında radikal bir değişiklik olacağına işaret etmemektedir, Umut şimdilik Sayın Başbakan'ın "Orta yolu buluruz" açıklamasındadır. Demek ki neymiş? "Ağlamayan çocuğa meme vermezler"miş. Atasözünün bugün için söylemeye çalıştığı şudur: Sayın Başbakan'ın dikkatini çekmeden sonuç çıkmaz. Acaba bunun için gereken dalgalanmanın boyutu ne kadardır? Güncel olarak bakıldığında dikkat edilmesi gereken husus budur.

     


    Bu köşe yazısı 29.07.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır