Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Merkez Bankası hangi dilden konuşacak?

    Güven Sak, Dr.25 Ekim 2011 - Okunma Sayısı: 1366

     

    Umarım bugün Merkez Bankası kumda oynamayı bırakır ve belirsizlik ortadan kalkar.

    Türkiye'nin durumu hakkındaki kanaatimiz değişiyor. Bu aralar ben etraftan hep aynı soruyu duyuyorum. Mahcup biçimde yanıma geliyorlar. "Pardon", diyorlar, "vaziyetimiz hakikaten öyle bize anlatıldığı gibi iyi midir?" Vaziyetin iyi olduğuna inanmak istiyor gibiler. İşlerin kötü olabileceğini duyarlarsa, sanki çok üzülecek gibiler. Ama öyle ya da böyle, istemeye istemeye de olsa hakikati de duymak istiyorlar. Ama giderek artan bir kötümserlik eğilimi görüyorum. Geçiş dönemleri hep böyle oluyor. İyimserden kötümsere ya da kötümserden iyimsere geçiş öyle birden olmuyor. Artan kötümserleşmenin kurlardaki hareketlilikle yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. Geçen hafta, Dünya Bankası ve TEPAV’ın düzenlediği bir toplantıda, Polonya konusunda dinlediklerimi de bugün bir çerçeveye oturtmak isterim. 2001 krizinden çıkarken, milletçe yaşadıklarımızı bir daha unutmamak üzere çok kararlıydık. Hükümet kuru belli bir tarihe kadar sabit tutacağı sözünü tutmamıştı. Döviz kurunu serbest bırakmıştı. Kötümserdik. Merkez Bankası'nın kredibilitesi yerlerde sürünüyordu. Kemal Derviş reformları ile ekonomiden olumlu sinyaller geliyordu ama herkes o olumlu sinyalleri iskonto ediyordu. Bekleyişler birkaç yılda kötüden iyiye yavaş yavaş değişti. Şimdilerde, hükümetin döviz kuru ile ilgili taahhüdü yok. Serbest kur rejimi içindeyiz. Yabancı para cinsinden borçlanırken, döviz kurunun oynayabileceğini biliyorduk. Risk aldığımızın farkındaydık. Merkez Bankası işe yüksek kredibilite ile başladı ama bu günlerde ne yaptığını an azından ben anlamıyorum. Bana boşuna rezerv harcıyor gibi geliyor. Bakalım göreceğiz. Simdi resme bakın, 2010 sonundan beri, TL'nin dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 30'u aştı. Ramazanın başında, liranın değer kaybında daha yüzde 25'lerdeydik. İşte bu ortamda, içinde bulunduğumuz iyimserlik hali giderek daha fazla sorgulanmaya başladı. Önce herkes kötü haberleri iskonto ederek algılıyordu. Şimdilerde sanki daha hızlı kötümserleşiyoruz. Başta bekleyişler yapışkan oluyor diye söylemek istediğim buydu. Simdi kırılma noktasındayız. Ben liradaki değer kaybı sürecinin bekleyişlerdeki kırılmayı tetikledigini düşünüyorum. Problem nedir? Problem, başlayan kur intibakı sürecinin nerede biteceğinin belli olmamasıdır. Burada kurdaki hareketin büyüklüğü açısından dış dinamikler kadar, iç dinamikler de önem taşımaktadır. İç dinamik, kurdaki hareketin nerede biteceği konusunda, bu süreci yönetmek konusunda yöneticilerimize güven duyulmamasından kaynaklanmaktadır. Dış dinamik ise, Avrupa'da başlayan, bankaların kredi notlarının düşürülmesi sürecinin olası etkilerinden kaynaklanmaktadır. Dünya Bankası ve TEPAV tarafından İstanbul'da düzenlenen, Küresel Finansal Yeniden Yapılanma toplantısı zihin açıcıydı. Özellikle Polonya konusunda anlatılanlar ilgimi çekti. Polonya'da finansal sistemde yabancı bankaların önemli bir ağırlığı var. Polonya'da İspanyol, Portekiz ve Belçika bankalarının egemenliği var. Ülkedeki bankaların yüzde 70-80'i kriz içindeki Avrupa bankalarına ait. Simdi esas ülkelerinde sorun yaşıyorlar. Sermaye arttırmaları gerekiyor. Bu durumda, Polonya'da ne bekleniyor? Yabancıların, Polonya'daki varlıklarını satmaları elbette. O vakit ne oluyor? Avrupa'da bir banka yeniden yapılandırması süreci, yalnızca merkez ülkelerdeki bankalara yeni sermaye konulması gereğini getirmiyor. Polonya gibi euro bölgesi dışındaki çevrede de bir yeni sermaye arayışı süreci başlıyor. Bu bankalara da bir kaynak bulunması gerekiyor. Bu durumda, mesele şudur: Fon ihtiyacı yalnızca merkez ülkelerde değil, çevrede de artacaktır. Hem de Avrupa liderleri kamu kaynakları ile devreye girse de girmese de artacaktır. Kredi dereceleri düştükçe Avrupa'da kaynak maliyetleri artmaktadır. Faiz her durumda orada yükselmektedir. Şimdi başlamış olan sürece böyle bakmak gerekir. Dış dinamik, Avrupa'daki soruna çözüm arayışından kaynaklanmaktadır. İç dinamik ise, Merkez Bankası'nın ne yaptığının belli olmamasından. Umarım, bugün ikinci belirsizlik kaynağı ortadan kalkar. Merkez Bankası kumda oynamayı bırakır.


    Bu köşe yazısı 25.10.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır