Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bütün sorunların anası

    Güven Sak, Dr.29 Ekim 2011 - Okunma Sayısı: 1106

    Asıl sorun karar alıcıların 19. Yüzyıldan kalma meselelerle meşgul olmalarıdır.

    Van depremi etrafında gelişen organizasyon karmaşasını takip ediyor musunuz? Oradaki koordinasyon zafiyeti Türkiye’nin köklü sorunlarına işaret etmektedir. Hakikaten, Türkiye’deki bütün problemlerin anası nedir? Akla Kürt sorunu geliyor, değil mi? Ya da belki Ermeni sorunu? Bana kalırsa, 19. Yüzyıldan kalmış bu meseleler Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki asıl gündemi olamaz. Asıl sorun ekonomiyle ilgilidir. İzin verin açıklayayım:  Asıl sorun ülkenin yeni bir başlangıç yapmasına elverişli ortamı sağlayacak kurumsal kapasitededir. Türkiye ya yüksek gelirli bir ülke haline gelecek, ya da içinde bulunduğu orta gelirli ülke konumuna sıkışıp kalacaktır. Ancak birinci gruba erişilmesine olanak verecek tüm reformlar son on yıldır ertelenmektedir. Yeni bir başlangıç için ideal durum sayılmaz, değil mi?

    Son otuz küsur yılda ekonomimizin yapısını değiştirmeyi başardık. Türkiye tarım ülkesi olmaktan çıkıp orta teknolojili bir sanayi ülkesi haline geldi. Gümrük Birliği Anlaşması ve göreli ekonomik ve siyasi istikrar kentleşme oranının yüzde 75’lere ulaşmasını sağladı. Ancak bu dönüşüm nüfusu topyekün zenginleştirmeyi ve güçlendirmeyi başaramadı. Türkiye’nin 19. Yüzyıldan kalma sorunları nüfus güçlendirilmeden çözülemez.

    Dünyanın en büyük 20 ekonomisiyle ilgili rakamlara bir bakın. Türkiye 1980 yılında 25. sıradaydı. Bugünse listede Türkiye ile birlikte çoğunluğu Müslüman iki ülkeden biri olan Endonezya’nın hemen önünde 17. sıradayız. Siyasi iktidar Türkiye’yi 2023’te dünyanın en büyük 10. ekonomisi yapmayı hedeflemektedir. Ancak bunu gerçekten başarmak söylemek kadar kolay değildir. Türkiye içinde bulunduğumuz kriz dönemlerinde büyük iç ekonomisinin avantajını değerlendirmektedir. Öte yandan, niteliksel göstergeler yapısal reformların gerekliliğine işaret etmektedir.

    Bugün Türkiye’de işçi başına çıktı gelişmiş ülkelerin yaklaşık üçte biridir. Çin ve Hindistan ile kıyaslandığında en az beş kat daha fazladır; ancak Türkiye halen verimlilikte ciddi bir artışa ihtiyaç duymaktadır. Bugüne kadar verimlilik artışı büyük ölçüde kaynakların verimliliği düşük faaliyetlerden verimliliği yüksek faaliyetlere, yani tarımdan sanayi ve hizmetler sektörlerine doğru yeniden tahsis edilmesine olanak veren iç göç süreciyle sağlanmıştı. Şimdi, sektör içi verimliliğe odaklanmanın vakti gelmiştir ve esas zor kısım budur. Bundan böyle yapısal reformlar olmadan hızlı büyüme sağlanamaz.

    Yaşa bakıldığında Türkiye 28,5’lik yaş ortalamasıyla genç bir nüfusa sahiptir. Ülkenin nüfusu yaş ortalaması 35,5 olan Çin’e kıyasla gençtir. Türkiye’de ortalama eğitim süresi altı yıldır ve dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında en düşük seviyelerden biridir. Bu da demektir ki Türkiye’nin nüfusu genç ama eğitimsizdir. Listedeki ülkeler İngilizce yeterlilikleri konusunda kıyaslandığında Türkiye açıkça en kötüler arasında yer almaktadır. İngilizce konuşamıyorsak dünya ile bağlantımız yok demektir. Ayrıca, kadınların işgücüne katılım oranı açısından da en alttayız. Kadınların işgücüne katılım oranı Türkiye’de yüzde 24,5, Endonezya’da ise yüzde 52’dir.

    Genç, eğitimsiz, eşitsiz ve dünyayla bağlantısız: Bu kasvetli liste 21. Yüzyılda Türkiye’nin önündeki asıl engeli ortaya koymaktadır. Ciddi yapısal kısıtlılıklardan muzdaripken verimliliğin hızla artırılması mümkün müdür? Evet, ancak acilen bu konuya eğilmek gerekmektedir. Türkiye’nin asıl sorunu karar alıcıların hala 19. Yüzyıl problemleriyle uğraşıyor olmasıdır.  İdareciler gerçek sorunlara odaklanabilirlerse belki de eskiden kalan meselelerin aslında mesele olmadığını anlayabilirler.

     

    Bu köşe yazısı 29.10.2011 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır