Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Mesele iç taleple ilgilidir, kardeşim

    Güven Sak, Dr.04 Şubat 2012 - Okunma Sayısı: 1282

    Ülkeler büyüme deneyimlerine göre ikiye ayrılır: İç talep temelli büyüyenler ve dış talep temelli büyüyenler. Türkiye ilk grupta, Çin ise ikinci gruptadır. Çin gibi yurtiçi tasarruf düzeyi yüksek olan ülkelerde ihraç edilebilir fazla (exportable surplus) oluşurken, Türkiye gibi ülkelerde yurtiçi tasarruf oranı giderek düşer ve ihraç edilebilir fazla azalır. Dolayısıyla, bu gruptaki ülkeler için büyüme, yüksek cari açık anlamına gelir. Türkiye’nin yabancı fon akımlarına olan bağımlılığı da buradan gelmektedir. Peki, bu kötü müdür? Kesinlikle öyledir. Zira bu bağımlılık Türkiye’nin kırılganlığını artırmaktadır.

    Çin’in cari fazlasına karşılık Amerika Birleşik Devletleri’nin cari açık vermesinin küresel dengesizliğin kaynağı olduğu ve fazla veren ülkelerden açık veren ülkelere doğru fon akımlarına yol açtığı düşünülmektedir. Türkiye de söz konusu küresel dengesizlik sorununun bir parçasıdır. Cari açık, ben kendimi bildim bileli Türkiye’de yapısal bir sorundur. Türkiye nadiren, sadece kriz yıllarında, cari fazla vermektedir. İç talep yüksekse, büyüme oranları da yüksek olur. Yüksek büyüme oranları yakalandıkça, cari açık da tırmanır. Türkiye, yüksek büyüme oranlarını sürdürebilmek için yabancı tasarruflara ihtiyaç duymaktadır. Böyle bakınca, Türkiye’nin 1980’lerde finansal serbestleşme hareketini başlatan ilk ülkelerden olması hiç şaşırtıcı değildir.

    1980’lerin başını hatırlıyor musunuz? Dünya, Thatcher-Reagan dönemini yaşıyordu. En sık duyduğumuz kelime serbestleşmeydi. Bu tarihten öne uluslararası fon akımları büyük ölçüde devletlerarası fon akımlarından ibaretti. Türkiye o dönemde topraklarının stratejik değeri nedeniyle çokça fon akımı alan bir konumdaydı. Nedenini anlamak için haritaya bakmanız yeterli: Türkiye’nin hemen kuzeyindeki Sovyetler Birliği. Soğuk Savaş Türkiye’yi değerli ve önemli yapmıştı. Ekonominin yabancı fonlara bağımlılığı da böylece başladı. Kulağa çok mu meşum geliyor? Üzgünüm, ama hakikat budur. Yabancılar tasarruflarını o veya bu şekilde gönderirse Türkiye daha fazla tüketebilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO dünyasında tasarruf akımı batılı hükümetlerden geliyordu. Biz de memnun oluyorduk.

    Ancak sistem 1980’lerin başında değişmeye, özel piyasa temelli fon akımları, devletlerarası fon akımlarının yerini almaya başladı. Türkiye, özel tasarruf akımını sağlayacak kanallar vasıtasıyla sürece intibak etti. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle konumundan kaynaklanan değeri azalmaya başlayınca devreye menkul kıymetler borsası, özelleştirme programları ve konvertibilite girdi. Aynı zamanda, yurtiçinde sanayileşme ve ihracatın yolunu açan siyasi reformlar uygulamaya kondu. Fakat iç talep önemini yitirmedi. Sanayimizin mevcut ithalat bağımlığı hem cari açığı hem de yabancı tasarruflara olan bağımlılığı tetiklemektedir. Türkiye’nin büyüme modelinin özü yıllardır hiç değişmemiştir.

    Artık yapısal değişim üzerine düşünme vakti gelmiştir. Ya da, kim bilir, belki Arap Uyanışı Türkiye’nin stratejik değerini artırır. Belki de yapısal değişikliğe hala gerek yoktur.

    Yine de, kesin olan bir şey vardır: Türkiye’de büyümenin kaynağı her zaman iç talep olmuştur. Bu nedenle, Türkiye için asıl mesele yüksek büyüme oranlarını yakalamak değil, korumaktır. Bir kez daha, asıl sorun mali ve finansal disiplin sağlayarak iç talebi kontrol etmektir.

    Mesele iç taleple ilgilidir, kardeşim.

    Bu köşe yazısı 04.02.2012 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır