Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    TTK'yı zora sokan KGB'dir

    Güven Sak, Dr.10 Şubat 2012 - Okunma Sayısı: 1355


    Her KHK ötekinden kötü çıkıyor. Ne yapmaya çalışıldığını anlamakta, doğrusu, güçlük çekiyorum.

    Hatırlar mısınız, bir süre önce “Bu ne TTK, bu ne KHK?” diye sormuştum. Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile ticaret hayatına ilişkin düzenlemeleri çağdaşlaştırmaya çalışan hükümetimizin, kanun hükmünde kararname (KHK)merkezi vesayeti arttırmaya çalışmasını, piyasa dostu kazanımlardan uzaklaşmasını hayretle izliyorum. Her KHK ötekinden kötü çıkıyor. Ne yapmaya çalışıldığını anlamakta, doğrusu ya, güçlük çekiyorum. Her bir KHK ile “Türkiye aynen Çin oluyor”. KHK’lar vasıtasıyla Türkiye 1930’ların devletçiliğine, merkezi vesayet rejimine doğru kararlı adımlarla ilerliyor. Yalnızca o kadar da değil, bu günlerde, şirketlerden, yeni TTK’ya ilişkin çığlıklar yükseliyor. Çığlıkların kaynağında da, 660 Sayılı KHK ile kurulan “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları” birimi (KGB) yatmaktadır. KGB’nin kuruluşu ve yetkileri tek elde toplaması, şirketlere ilişkin, denetim ve muhasebe standartları konusunda olası geçiş dönemi düzenlemelerini geciktirmektedir. 660 Sayılı KHK ile gelen KGB düzenlemesi, TTK’yı zora sokmaktadır. Halbuki yeni TTK’nın uygulama tarihinin geciktirilmemesi gerekiyor. Ama oraya doğru gidiyoruz. Önce KGB’nin TTK ile ilgisini ortaya koyayım: Hükümet, 2 Kasım 2011’de bir KHK yayımladı. 660 Sayılı KHK ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Birimi (KGB) oluşturuldu. Kurumun asıl adı Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu aslında ama ben kısaltmasını KGB (Kamu Gözetim Birimi) diye yapmayı seçiyorum. KGB, TTK’yı zora sokuyor. Kurum, daha tam örgütlenemedi ama TTK’da küçük şirketlerin dış denetim ve muhasebe raporlamasına ilişkin istisna ve muafiyet imkânlarının yürürlüğe konulabilmesi için, muhasebe standartları, denetim standartları ve gözetim ile ilgili otoritenin öncelikle faaliyete geçebilmesi gerekiyor. KGB, kendinden önce yetkili olan Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu ile Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Hazine Müsteşarlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ve dahi bilumum yetkilinin konuyla ilgili tüm yetkilerini kendisinde topladı. Ama hâlâ tam olarak örgütlenemedi. Sonunda yürürlüğe girmemiş TTK’nın yürürlüğe girmiş iki geçici maddesi ile finansal raporlamaya ilişkin 88. maddesini ve bağımsız denetime ilişkin 397 ila 400. maddelerini bu yetki toparlama KHK’sı yakından etkiliyor. TTK içinde, eski düzende, doğal olarak tasarlanabilecek bir dizi istisna ve muafiyet, şimdi yeni kurumun operasyonel olmasını bekliyor. İşe bakın ki, KGB yerine TTK tartışılıyor. Tartışma anlamsız yerde oluyor. Bu akılda tutulması gereken ilk noktadır.

    Geleyim ikinci noktaya. KGB ile ilgili KHK’nın gerekçesinde, sistemin merkezindeki ekonomik krizlerin meslek örgütlerine dayalı muhasebe ve denetim standartları sistemini sona erdirdiği özellikle vurgulanıyor. Bu nedenle yetkilerin merkezileştirilmesi savunuluyor. Ancak Doç. Dr. Korkut Özkorkut’un Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü yayınlarında ifade ettiği gibi, Enron skandalı sonrası, Amerika’da kurulan Muhasebe Standartları Kurulu, doğrudan devlete bağlı kamu kurumu değil, kâr amacı gütmeyen, özel ve bağımsız bir kurum olarak oluşturulmuş. KGB gibi bir vesayet aygıtı olarak tasarlanmamış. Üçüncü nokta ise şudur: Bugünlerde muhalefet, Meclis çalışmalarında sesinin kısılmak istendiğini söyleyerek, Meclis’te, bir nevi gösteri yapıyor. Ama kimse ekonomimizde 1930’ların merkezi vesayet rejimini dalga dalga canlandıran bu KHK sistemine laf etmiyor. Çok kötü bozuluyorum. Eskiden Turgut Bey döneminde de KHK’lar olurdu. Ama o zaman her bir KHK, belli somut bir konuda, ne amaçla düzenleme yapılacağı açıklıkla belirtilerek, Meclis’e ait bir yetkiyi, geçici bir süre için, yürütmeye aktarırdı. Şimdi olan, açık bir yetki gaspından başka bir şey değildir, bana sorarsanız. “Kamu idaresini iyileştireceğim” diye alınan genel ve uzun vadeli bir yetkiyle, ülkede 1930’ların merkezi vesayet rejimi yeniden kurulmaktadır. Baştan böyle bakmıyordum ama şimdi parça parça yapılan düzenlemeleri gördükçe, aklıma takılan budur. Bu da kötüdür. Türkiye ekonomisinin geldiği gelişme aşamasında bu olan biten manalı değildir.

    Bir de size bir düşünme sorusu bırakayım: Maliye Bakanlığı’nın şirketler için raporlama standartlarının tek belirleyicisi olması iyi midir? Ben iyi bulmuyorum. Onun işi başkadır. Söylemiş olayım.

     

    Bu köşe yazısı 10.02.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır