Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Birinci dünya ekonomisi, üçüncü dünya bütçesi

    Güven Sak, Dr.11 Şubat 2012 - Okunma Sayısı: 1454

    Geçtiğimiz hafta üç hastanın AIDS’li kan yüzünden ölmesinin ardından Türk Kızılayı Başkanı sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştı. “Toplumumuzdan ne alıyorsak onu dağıtıyoruz” dedi. Türk Kızılayı ile ilgili “Hiç işim olmaz” kabilinden, insanı çileden çıkaran bu açıklama aklıma Maliye Bakanlığı’nın düsturunu getirdi. Gelin bakın neden böyledir.

    Türkiye bugün modern bir sanayi ülkesidir. Ancak, 1980’lerde de öyleydi. O zamanlar toplam ihracat hacmi 3 milyar dolardı ve bunun yüzde 90’ını tarım ürünleri oluşturuyordu. Bugünse, ihracat hacmi 130 milyar dolar civarındadır ve bunun yüzde 90’ı sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. Nisan 2009’dan bu yana Türkiye ekonomisi 3,5 milyondan fazla kişiye istihdam yaratmıştır. Bu istihdam yaratma kapasitesinin Avrupa Birliği, Rusya ve Güney Afrika’nın toplamı kapasitesinden fazla olduğuna da dikkat çekmek gerekmektedir. Öte yandan, Türkiye başına buyruk bir merkez bankasına sahiptir. Bildiklerimiz bunlardır. Peki ya maliye politikası duruşu nasıldır? Türkiye, maliye politikasının duruşu açısından da modern bir ülke midir? Pek sayılmaz ve bu gidişle olamayacaktır da.

    Son otuz yılda Türkiye ekonomisi ne kadar modernleşmiş olursa olsun, kamu açığının yapısı değişmemiştir. Türkiye, üçüncü dünya ekonomilerine yaraşır bütçesi olan bir birinci dünya ekonomisidir. Üçüncü dünya bütçesiyle ise birinci sınıf maliye politikası izlenemez. Bu durum Türkiye’yi canlı ama kontrolsüz bir ülke yapmaktadır. Üretimdeki hızlı toparlanma süreciyle birlikte dengesizliklerin artması bize bunu öğretmiştir. Bana kalırsa bu biraz ürperticidir.

    Diğer konuya gelirsek, Merkez Bankası’nın başına buyruk olmasının ne kadar yorucu olabileceğini hepimizi öğrenmiş bulunuyoruz. Merkez Bankası’nın hareketlerinin öngörülebilir olmaması kısa vadede finans piyasalarında “yapıcı belirsizlik” yaratmak açısından faydalı olabilir. Ancak, belirsizlik devam ettikçe yıkıcı bir hal almakta, muğlaklık düpedüz bilinmezliğe dönüşmektedir. Söz konusu dönüşüm yaklaşık üç ay sürmektedir. Türkiye deneyiminin bize öğrettiği bu olmuştur. Üç ayın sonunda ise Merkez Bankası bizzat sorunun bir parçası haline gelmiştir. Sorun hala orada durmaktadır.

    Dilerseniz maliye politikası duruşuna geçeyim. Türkiye’de bütçe gelirlerinin yaklaşık yüzde 65’i dolaylı vergilerden gelmektedir. Doğrudan vergilerin payı ise oldukça azdır. Gelir ve kurumlar vergisi tahsili düşükken, vergi gelirleri büyük oranda benzin, telekomünikasyon ve tütün gibi kalemlerden alınan tüketim vergilerine dayanmaktadır. Bütçe gelirlerinin yapısını değiştirmenin siyasi maliyeti yüksek olduğu için bu konu 2001 yılında gündeme gelen reform paketinde ele alınmamıştır. Bu tarz yapısal sorunlar teker teker çözülür. 2001 döneminde ise yeterince zorluk mevcuttu. Yapısal bütçe önlemleri almak ve bütçe hesaplarının kalitesini artırmak her zaman lafta kalmış; bugüne kadar bu yönde herhangi bir adım atılmamıştır. Bu arada, bütçe harcamaları artmayı sürdürmüştür. Harcamaların giderek daha fazla oranda dolaylı vergilerle karşılanması ekonomik yapının bozulmasına yol açmıştır. Harcamaları finanse etmek için seçilen bir diğer yol da tek seferlik ve sürdürülemez gelir akışı sağlamak olmuştur. Bana kalırsa, bugüne dek Türkiye’nin maliye politikası duruşu oldukça ilkel bir düzeyde seyretmiştir. Ayıp olmuştur.

    O zaman, Türkiye’nin bir maliye politikası duruşu var mıdır? Türkiye’nin maliye politikası duruşu konjonktüre uygundur. İç talep güçlüyse ve ekonomi büyüyorsa, bütçe toparlanır. Aksi koşullarda konjonktür karşıtı politika alanı bulunmamaktadır. Buradan bakınca, Türkiye direksiyonu ve pedalları olmayan bir araba gibidir.

    Bu köşe yazısı 11.02.2012 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır