Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Halkın kalbini ve beynini kazanmak

    Nihat Ali Özcan, Dr.19 Kasım 2013 - Okunma Sayısı: 1281

    Devlet cephesinde PKK sorununu sürüncemeye döken ve onu daha karmakarışık hale getiren bir dizi neden vardı. Bunları mercek altına almak hafta sonu Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımını anlamayı kolaylaştırabilir.

    Geçmişte sivil ve askeri sorumlular işin kolayına kaçarak, yanlış kabullerle yola çıkarak hatalı tanımlamalar yaptılar. Sonuçta, hem kendi hareket alanlarını daralttılar, hem de her seviyedeki sivil ve askeri liderleri, kurumları zor durumda bıraktılar.

    Ağır hastaya “soğuk algınlığı” tedavisi

    PKK’nın ilk eylemlerinden kısa bir süre sonra, 1985 yılında, Genelkurmay Başkanlığı bir İç Güvenlik Muhtırası yayınladı. Bu dokümana göre PKK bir halk ayaklanması başlatmak üzere yola çıkmıştı. Bağımsız bir Kürt devleti kurmak için “uzun süreli halk savaşı” başlatacaktı. Öyle de oldu.

    uamma değildi. Organize, uzatılmış, askeri-politik bir strateji. Askeri ve akademik dünyada konu hakkında külliyetli miktarda yayın vardı. Buna göre, askeri-politik eylemlerle devletin otoritesi zayıflatılacak, geriletilecek ve yok edilecekti. Aynı süreçte paralel bir iktidar kurarak devletin yerini alacaktı. Stratejinin ağırlık noktasında “halkı zorla ya da gönüllü” olarak yanına almak vardı.

    Seçimlerle ve tayinlerle değişen “otoriteler” soruna “ayaklanma” teşhisi koyup, tedaviyi “teröre” göre yapmaya başladılar. Ortaya ne olduğu belli olmayan, eklektik, sık sık değişen, uygulanan hukukun sorunlu olduğu bir stratejiler ve sorunlar dizisi çıktı.

    Evet, PKK ilk günden beri “teröreylemleri yapıyordu. Ama bu diğer eylem türleri arasından sadece birisi idi. Üstelik en belirleyici olan da değildi. Belirleyici olan askeri karakterdeki “gerilla” tarzıydı. PKK’nın stratejisine ve politik hedefine odaklanmak yerine “terör eylemlerine” odaklanıldı. Bu bir anlamda ağır bir hastalığa, soğuk algınlığı teşhisi koyup, reçeteyi yazıp, işe yaramadığında ise “resmi reçete” dışı tedavide ısrar etmeye benziyordu.

    Eğer soruna terör ve terörizm perspektifinden bakıyorsanız bazı genel kabul görmüş ilkelerden hareket edersiniz. Teröristlerin yöntem ve hedeflerini kabul edemezsiniz. Teröristle görüşemez ve konuşamazsınız. Teröristle mücadelenin bir yasa uygulama sorunu olduğunu bilir işi polisi havale edersiniz. Mücadeleniz eylem merkezlidir ve eylem yapanları yakalayarak hakim önüne çıkarmaya çalışırsınız.

    Oysa ayaklanma bir hükümet etme işidir

    PKK’nın ayaklanma stratejisi izlediği biliniyordu. Bu durumda hükümetler, terörist merkezli değil, PKK’nın stratejisini yenmeyi esas alan bir strateji izlemek zorundaydılar. Silahlı militanları etkisiz hale getirmek ise ikincil amaç olmalıydı. Elbette PKK’nın terör ve şiddet eylemleri, bunların politik-askeri stratejisinin bir parçası olarak kullanması kabul edilmezdi.

    Fakat talepleri hakkında konuşabilirdiniz. Yine konuşarak “halkın, kalbini ve beynini” kazanabilirdiniz. Son tahlilde bu bir hükümet etme, siyasi bir sorundu.

    Başbakan Erdoğan, konuşarak “halkın kalbini ve beynini” kazanmaya çalışıyor. Dünyadaki örnekleri gibi bu stratejisinin beş bileşeni var. Güvenlik, ekonomi, diplomasi, kamu diplomasisi ve yasal/anayasal konular.

    Ancak, çözmesi gereken tek bir Kürt sorunu olsa işi daha kolay olabilirdi. Başbakan’ın yönetmesi gereken farklı özellikte yedi Kürt sorunu var. Irak, İran, Suriye, Türkiye ve diaspora. Türkiye’de Kürtler ise siyaseten, entegre, İslamcı ve PKK’ya sempati duyanlar olarak üçe bölünmüş durumdalar. Barzani’nin ziyaretinde bunu bir defa daha gördük.

    Sorun o kadar karmaşık ki Başbakan Erdoğan’ın birbiri ile çelişmeyen, çatışmayan yedi farklı “halkın kalbini ve beynini kazanma” stratejisine ihtiyacı var. Elbette bunun yanı sıra bir de Türklerin kalbini ve beynini kazanma “büyük stratejisi” gerekiyor.


    Bu köşe yazısı 19.11.2013 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır