Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Ankara'nın kapıları ya da inşaat için inşaat üzerine

    Güven Sak, Dr.02 Mayıs 2014 - Okunma Sayısı: 2636

    Ankara'nın beş giriş noktasında artık beş ayrı kapı var. Kapı diyorsam, bir nevi tak yani.

    Hazine garantileri tartışması açıldığından beri, “keşke bu garantilerle uçak filan yapacak olsaydık” diyorum. O vakit, elbette havaalanı inşaatı için de kaynak ayırmak gerekiyor. Ama biz havacılık endüstrisi büyüsün diye inşaat yapmıyoruz, inşaatı inşaat için yapıyoruz. Ne demek inşaat için inşaat? Anlatmak isterim. 

    Ankara’nın beş giriş noktasında artık beş ayrı kapı var. Kapı diyorsam, bir nevi tak yani. Ankara’nın kemerleri demek de mümkün aslında. Yapılanlar, eskiden bayramlarda filan caddelere kurulan, yolu kaplayan kemerlere benziyor. Nasıl Paris’te Champs Elysees’nin batısında bir tane Arc de Triomphe (Zafer Takı) varsa, Yeni Delhi’de bir India Gate (Hindistan Kapısı) varsa, şimdi bizim Ankara’da da Ankara’nın kapıları var. Ama Paris’te ve Yeni Delhi’de bunlardan birer tane varken, Ankara’da tam beş tane var. Bu Ankara özelindeki ilk ve önemli farklılık. Biz öyle bir tane yapmıyoruz. Yaparsak en az beş tane yapıyoruz. Aynı tecrübeyi Ankara’nın saat kulelerinde de yaşamıştık. Hatırlatırım. Başka memleketlerde bir tane saat kulesi oluyor. Londra’da Big Ben öyle. İzmir’de Sultan Abdülhamit Han’ın yaptırdığı saat kulesi de öyle. Bir tanecik. Çorum’da, Siirt’te şehrin göbeğindeki saat kuleleri de öyle. Tek. Ama gelin bir de Ankara’yı görün. Bizde onlardan tam 55 (yazıyla elli beş) adet var. Biz öyle bir tane yapmıyoruz. Yaparsak bir sürüsünü aynı anda yapıyoruz. Neden? Bilmem. 

    Geleyim Ankara deneyiminin ikinci temel farklılığına: Arc de Triomphe l’Étoile, Fransız Devrimi’nde ve Napolyon Savaşları’nda ölenlerin anısına yapılmış. Yapımına 1806 yılında başlanan olan tak 1836 yılında açılmış. Tarihi yani. Hindistan Kapısı’nın yapımına ise 1921 yılında başlanmış, açılış ise 1931 yılında yapılmış. O da İngilizler tarafından Hindistan savaşlarının tamamındaki kayıpların anısına yapılmış. İngiliz sömürge yönetimi, başkentte bir anıt olsun istemiş zamanında. Bağımsızlıktan sonra da kimse bu anıtı yıkmamış. O da tarihi yani. Her başkentte tarihten gelen nedenlerle bir tane böyle anıt var. Meksika’nın başkenti Mexico City’de böyle bir Devrim Anıtı var. Onun da yapımına da 1910 yılında başlamışlar. 1938’de bitirmişler. Yeni tarihli ne var diye bakarsanız, benim bulabildiğim en yeni başkent anıtı Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’da. 1982 yılında yapılmış. Japon Savaşı zaferini simgeliyor. Ama bakın onun da tarihi bir manası var. 

    Geleyim üçüncü konuya: Ankara’nın kapıları aynen Ankara’nın saatlerine benziyor. Her ikisinin de kendi başına hiçbir manası yok. Ama hep birlikte bir mana ifade ediyorlar. Saat kulesi sayısı 55 olduğu için ilgi çekici oluyor. Kapı ya da tak sayısı 5 olduğu için bir mana ifade ediyor. Geçenlerde bu kapılar ve saatler bana neyi hatırlatıyor diye düşünürken buldum. Ankara’nın kapıları geçen gün internette gördüğüm “Sahte Düğün Pastası” sayfasını şiddetle anımsatıyor bana. Web sayfasının adı “Ultimate Fake Cakes” (Sahte düğün pastasının dibi veya don noktası, bir nevi) idi. “Bu nedir?” diye merak etmiştim. “Düğün pastanızı suni köpükten yapıyoruz” diyordu. Pasta yenmek için değildi. Önünde pasta keserken resim çektirmek içindi. Zaten kim bir düğüne pasta yemek için giderdi ki, üstelik hakiki pasta olsa üzerinize leke filan da yapabilirdi maazallah. Sahte düğün pastası yenmek için olmadığından, düğün pastası masrafını da beşte bir oranında azaltıyordu. Şöyle hesaplıyorlardı: Düğünde 150 kişi olsa. Hakiki bir pastanın dilimi 3,5 dolar olsa, toplam tutar 525 dolar ederdi. Halbuki suni köpükle yapılan çakma pasta 110 dolar ediyordu. Üstelik düğün sonuna kadar, düğün alanının ortasında, resim çektirmek üzere emre amade bekliyordu. Bir kusuru vardı. Gerçek değildi. Ama o kadar kusur kadı kızında da olurdu. Değil mi ama? 

    Kafamı kurcalıyordu. Ben bu kapıları neye benzetiyorum diyordum. Buldum. Ne diyordu Jean Baudrillard ve Umberto Eco, “hyperreality” (gerçek üstü) kavramını anlatırken? “Hakikatin yerini alan ama hakiki olmayan, hakikatten daha fazla hakiki görünen şeyler”den bahsediyorlardı. Ama hepsi sahteydiler. Ankara’nın kapıları da aynen öyle. Tarihiymiş gibi duruyorlar ama daha yeni yapıldıklarını hepimiz biliyoruz. Hakikatin yerini alıyor ama hakiki değil. Hakikatten daha fazla hakiki gibi de duruyor. Bir nevi çakmanın dibi yani. Sahte düğün pastasında son nokta gibi. Kullanım değeri sıfır. Değişim değeri de yok. Peki ya ihale değeri? İnşaat için inşaat yapmak dediğim işte tam da buydu.

     

    Bu köşe yazısı 02.05.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır