Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Krize karşı yeni bir öneri (2)

    Fatih Özatay, Dr.23 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 1017

     

    Kimsenin kimseye güvenmediği bu ortamda doğal olarak kredi muslukları tıkanıyor. Oysa ekonomimizin küçülme hızını düşürmek ve bir an önce toparlanmayı sağlamak üzere kredi musluklarından tekrar su akıtmaya başlamamız gerekiyor. Bankaların risk algılamasını azaltacak (şirketlere duydukları güvensizliği azaltacak) bir mekanizma gerekiyor ki kredi açmakta daha az nazlansınlar. Banka ve şirket arasına üçüncü bir kurum girerse bu açıdan bir umut ortaya çıkıyor.

    Garanti sistemi
    20 Ekim 2008 tarihli yazımdan başlayarak daha sonra sık sık değindiğim önerim lira cinsinden kredi kanalının çalışmasını sağlayabilir görünüyordu. Bütçeden ayrılacak bir kaynakla (milli gelirin yüzde 0.8'ini geçmiyordu) kurulacak fon, bankaların açacağı kredilerin bir kısmına kefil olacaktı. Bu fona kredi garanti fonu (KGF) diyelim.

    Döviz cinsinden kredilere gelince iş zorlaşıyordu. Şirketlerin yurtdışı bankalardan aldıkları ve vadesi 2009'da dolan önemli miktarda döviz kredileri var. Bunları ödemek için yeni borç bulamazlarsa, kendi kaynaklarından ya da yurtiçinden döviz bularak bu borçlarını ödemeleri gerekecekti. Bu, şirketlerin küçülmeleri (üretimin azalması) ve kurun
    artması anlamına gelecek.

    KGF'ye döviz cinsinden kaynak da koysanız, bu sorunu çözmek, lira cinsinden kredi musluklarını açık tutmaya kıyasla çok daha zor görünüyordu. Zira garanti fonu kime garanti verecekti? Yurtdışındaki banka zaten bitmiş vaziyette. Türkiye'den bir kurum çıkıp; "Yahu ben sana açtığın krediye ödeme garantisi veriyorum, sen hele şu bizim şirketin borcunu yenile" dese de dış bankanın gözünün bu garantiyi görecek hali yoktu.
    Dün çalışma biçimini anlattığım yeni öneri bu sorunu çözüyor. Çünkü yurtdışındaki bankaya 'ben sana garanti vereyim, sen de kredini yenile" denmesine gerek yok. İşin içine Merkez Bankası'nı (MB) sokuyor. KGF yurtdışındaki bankaya değil de MB'ye garanti veriyor. Kredinin önemli bir kısmı (mesela yüzde 70'i) MB'nin rezervleri (geçici olarak) azaltılarak veriliyor. İşte bu özellik, bu mekanizmayı çalıştırır hale getiriyor.

    Lira cinsinden krediler için daha önce önerdiğim mekanizma yine çalışır. Ama döviz kredilerine benzer biçimde yine MB kredileri devreye girerse daha rahat çalışabilir. Ya da ikisinin bir karışımı olur: KGF her 100 liralık kredinin çok daha azına kefil olur. Böylelikle ticari bankalar daha fazla elini taşın altına koyar.

    Bu sistem ne anlama geliyor ve riskleri neler? Biraz da bu sorun yanıtına bakalım. Merkez Bankası: Bir riski yok. Ticari banka Merkez Bankası'ndan aldığı paranın üzerine kendisi de para koyarak şirkete krediyi açtığından, ilk başta MB'nin rezervleri azalıyor. Kredilerin vadeleri dolduğunda, MB parasını tahsil ediyor ve rezervler eski düzeyine dönüyor. IMF ile anlaşılırsa zaten IMF'den para geleceğinden, bu paranın bir kısmı MB rezervlerine konulursa, bu geçici rezerv azalması da sorun yaratmaz. Ek olarak MB ticari bankaya verdiği paradan faiz geliri elde edecek.

    Öte yandan şirket krediyi batırsa da MB'nin bir riski yok. Her durumda, parasını, muhatabı olan ticari bankadan tahsil ediyor. Olsa olsa tek derdi bu sisteme neden girdiğini tüm dünyaya anlatması. Ama zaten herkes bu türden olağandışı önlemler alıyor; bu bir sorun oluşturmaz.

    Ticari Banka: Asli işlevine (kredi açmaya) onu geri döndürecek bir mekanizma olduğundan kazançlı. Ama faiz kârı, MB ile ortaklaşa saptadıkları şirket kredisi faizi ile MB'den borçlanma faizi arasındaki fark kadar. Dolayısıyla faiz getirisi üstten sınırlanıyor. Riski, şirkete açtığı kredinin KGF'nin kefalet vermediği kısmından doğuyor. Dünkü örnekte her 100 dolarlık kredinin 30 dolarını banka kendisi sağlıyordu.

    KGF ve Hazine: Bu ikisini beraber düşünmek gerekiyor, zira sonuçta KGF'ye sermaye veren Hazine. Dolayısıyla kefil olunan şirket krediyi geri ödeyemezse, risk Hazine'de. Ticari bankanın açtığı her 100 dolarlık kredinin örneğimizde 70 dolarlık kısmı Hazine'ye risk oluşturuyor. Normal koşularda bankalar yüzde 3-4 arasında bir 'batık kredi' oranı ile çalışıyorlar. Bu koşullarda, bu mekanizmadan açılacak kredilerde bu oranın yüzde 10-15 olacağını düşünelim. KGF kefil olacağı şirketlerden komisyon alacağından, komisyon oranı, bu batıklardan doğacak zararı tümüyle ya da kısmen karşılayacak şekilde hesaplanabilir.

    Peki, Hazine bu kaynağı nereden bulacak? IMF ile anlaşılırsa, IMF'den gelecek kredinin mesela 3 milyar dolarlık kısmını bu işe ayırabilir ve KGF'ye verebilir. KGF doğrudan kredi açmayıp bu kaynağı sermaye olarak kullanacağından, mesela altı kaldıraç oranı ile 18 milyar dolarlık krediye kefil olabilir.

    Şirket: Şirket açısından ek bir riski yok sistemin. Normal zamanda aldığı kredilerden doğan riski neyse aynı risklerle karşı karşıya. Sistemin ona faydası ise açık: Döviz cinsinden krediye erişebiliyor.

    Vergi ödeyenler: Kriz dönemi geçip her şey normale döndükten sonra, mesela 2011'de, istenirse bu fon kapatılır. Fonun kârı ya da zararı Hazine'ye geçer böylelikle. Eğer zarar oluştuysa bu tüm vergi ödeyenlerin üzerine biner. Ama böyle bir sistem olmadığında, ekonomi çok daha fazla küçüleceğinden özellikle toplumun bir kesimi (mesela çok sayıda insan işini kaybedecek) çok daha fazla zarar görecektir. Hangi durumun daha iyi olduğunun değerlendirmesini ise hükümete, son tahlilde ise oy verenlere bırakmak gerekir.

     

    Bu yazı 23.02.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır