TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ortada küresel kriz yokken, bu köşede ele alınan temel konuların başında yapısal ekonomik sorunlarımızın üzerine nasıl gidilebileceği geliyordu. Bu sorunlar üzerinde düşünen bir grup çalışma arkadaşıyla birlikte yapılan çalışmalardan ve tartışmalardan ortaya çıkan sonuçlar, (elbette benim anladığım şekliyle) bu köşeye sık sık taşınıyordu.
Yapısal ekonomik sorunları çözmeyi amaçlayan yeni bir reform dalgasının gerekliliği açıktı. Bunları kısaca 'mikro reformlar' ya da 'ikincil nesil reformlar' olarak adlandırmıştık. Sonradan çoğu kişi 'mikro reform' kervanına katıldı, iyi de oldu.
O güzel günler ne yazık ki geride kaldı. Şimdi yapısal sorunları bir tarafa iteledik. Önümüzde çılgınca akan bir nehir var, ancak karşı kıyıya sağ salim geçebilirsek o sorunları tekrar tartışabileceğimizi umuyoruz. Evet, gün karşı kıyıya nasıl geçebileceğimizi tartışma günü. Ama gelin biz karşı kıyıya geçtiğimizde kullanılmak üzere bir not düşelim bu yazıda.
Ocak ayında 291 milyon dolar cari işlemler fazlası verdik. Elbette bu tek başına bir şey ifade etmiyor. Nihayetinde bir aylık bir gelişme. Dahası, önemli miktarda cari işlemler açığı verilen yılların bazı aylarında da böyle cari fazla verilmiş. Ama bu 'tek başına' bir aylık bir cari fazlanın ötesinde bir gelişme. Daha önceki deneyimlerimizden bildiğimiz için beklediğimiz bir gelişme.
1994 ve 2001'de önemli ölçüde küçülüyor ekonomimiz. Bu yıllarda cari işlemler fazlası veriyoruz. Buna karşın hızla büyüdüğümüz dönemlerde hep büyük miktarlarda cari açığımız var. Elbette cari işlemler hesabının ne değer alacağını sadece büyüme hızı belirlemiyor. Mesela son yıllarda olduğu gibi enerji fiyatları da önemli bir belirleyici. Ama büyüme hızı ile cari açık arasında çok yakın bir ilişki olduğu da açık.
Bu, Türkiye'nin çok önemli bir ekonomik yapısal sorunu; 'mikro reform' yazılarında üzerinde çok durulmuştu bu köşede. Şu biçimde de ifade ediyorduk: Yurtiçi tasarruflarımızın düzeyi yetersiz. Daha fazla yatırım ve daha fazla üretim yapabilmek için gereksindiğimiz kaynak miktarı bu tasarruf miktarının kat ve kat üzerinde. Bu durumda başkalarının tasarruflarını kullanmak zorunda kalıyoruz. Zaten cari işlemler açığı denilen olgu, 'yurtiçi yatırımlar ile yurtiçi tasarruflar arasındaki fark' biçiminde de tanımlanıyor kitaplarda.
Ne yazık ki, bu yapısal sorun kısır tartışmalar tarafından maskeleniyordu: "Cari işlemler açığı varsa ortada mutlaka 'yüksek faiz düşük kur' politikası vardı. Para politikası yanlıştı." Bu tür kolaycı bir yaklaşım, bu yapısal sorunun çözümüne yardımcı olacak tartışmaların yapılmasını engelliyordu. Nihayetinde bu kısır düşünceden çıkan doğal ekonomi politikası önermesi 'düşür faizi, sorun hallolsun' düzeyine indirgeniyordu.
Oysa dış tasarrufların Türkiye'ye kesintisiz biçimde akacağının bir garantisi yoktu. Uluslararası sermayenin risk alma iştahı burada ana belirleyiciydi. Öyleyse, Türkiye'nin ne yapıp edip uluslararası rekabet gücünün artırması gerekiyordu: Daha kaliteli altyapı hizmetlerini daha ucuza nasıl elde edecekti sanayici? İşgücünün kalitesi nasıl artırılacaktı? İnsanlarımızın beceri düzeyini nasıl yükseltecektik? İstihdamın üzerindeki büyük vergi yükleri nasıl azaltılabilecekti? Daha fazla araştırma ve geliştirmeyi nasıl özendirecektik? Bu konuda önemli adımlar atan başka ülkeler neler yapmışlardı?
Alın bakın şimdi: Faiz giderek düşüyor, kur ise yüksek. Cari işlemler fazlası da veriyoruz. 'Oh, ne âlâ'değil, ama değil mi?
Bu yazı 16.03.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.