TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Otomotiv sektörünün üretiminin yüzde 80'i ihracata yönelik. Vergi indiriminin ihraç edilen ürünlerle bir ilişkisi olmadığı dikkate alındığında, açıklanan önlemlerin üretimin sadece beşte birlik kısmını ilgilendirdiği hemen belirleniyor. Öte yandan yurtiçinde satılan araçların yarısından fazlası ithal ediliyor. Dolayısıyla vergi indirimleri önemli ölçüde ithal ürünlere yarıyor.
Tabii ki araç satışı artınca, bu artış önemli ölçüde ithal ürünlere yarasa da sonuçta önemli bir ticari faaliyet oluyor. Doğru ama yanıt bulmamız gereken bir de soru da var. Orada öylece duruyor: "Kamu bütçesine eşit düzeyde yük getirecek ekonomik önlemlerden hangisini seçelim ki, yurtiçi üretime ve dolayısıyla istihdama katkısı en yüksek olsun?"
Şöyle düşünelim: İşsizlere ve düşük gelirlilere parasal yardım yapsak, bütçeden onlara
aktardığımız paralarla ne yaparlar? Aktarılan paranın neredeyse tümüne yakının tüketime gideceği açık. Ekonominin hızla küçüldüğü bir ortamda bu istediğimiz bir sonuç. Peki, yeterli mi?
Değil elbette: Bu paranın harcanması gerekiyor. Tamam da nereye harcanacak? İthal mallara harcanacaksa yararı sınırlı olacak. Harcamanın önemli bir kısmı yurtdışındaki şirkete gidecek. Oysa aynı harcama yurtiçinde üretilen mala yapılsaydı, tüm para yurtiçinde kalacak ve yeniden harcanacaktı. Yapılan harcamalar karşısında yeni kârlar elde edilecek, çalışanların ücretleri ödenecek, onlar da harcama yapacaktı.Açık ki bütçeden yapılan transferin yerli mala harcanması ile ithal mala harcanmasının doğurdukları milli gelir oldukça farklı düzeylerde olacak. Bu kısa tartışmadan ortaya çıkan sonuç şu: Kısıtlı kaynaklarla durgunluk ile savaşmak istiyorsanız dikkat etmeniz gereken iki temel nokta var. Birincisi, harcama eğilimi en fazla olan kesimlere kaynak aktarmalısınız. İkincisi, bu kesimler arasında da yerli malları daha fazla kullananlara yönelmelisiniz. 'Bu kesimler' diyince de akla öncelikle işsizler ve düşük gelirliler geliyor. Hayat elbette bu kadar kolay değil. İki temel zorluk var ortada. Birincisi, otomotiv sektörü Türkiye için çok önemli. Ana ve yan sanayi birlikte büyük bir istihdam yaratıyorlar. Sektörü rahatlatmak için bir şeyler yapmanız gerekiyor. Gerekiyor, ama iki 'ama' var: 'Birinci ama'; 'yaptığınız şeylerin' daha çok yurtdışındaki üreticiye ve çalışana yaraması olasılığı var. 'İkinci ama'; başka alanlarda daha fazla milli gelir ve istihdam yaratabilecek bütçe kaynaklarını 'daha az yararlı' bir alana kaydırmak zoruna kalıyorsunuz.
İkinci zorluk orta vadeli perspektifte düşünülünce ortaya çıkıyor. Aynı kaynakları altyapı yatırımlarına ayırarak, ileride Türkiye'nin potansiyel üretim düzeyini artırmak mümkün olabilir. Oysa kısıtlı bütçe imkânlarını 'dereyi geçmek' için kullanmış oluyorsunuz doğrudan tüketime gidecek önlemlerle. Bu önlemler ister bir sektöre yönelik olsun, ister düşük gelirlilere yardım şeklinde; fark etmiyor bu perspektiften bakınca.
Öte yandan ortadaki dere de sakin bir dere değil, deli gibi akan bir nehir. O deli sularda boğulmadan karşı kıyıya geçmek gerekiyor. "Öf, yeter!" derseniz zinhar haklısınız. Ama çıkış var bu açmazdan. Önemli olan birbirleriye uyumlu bir ekonomik paket hazırlamak. Bu paketin getireceği yükü ve yaratacağı sonucu iyi hesaplamak.
İşte tam bu noktada bütüncül yaklaşımın önemi ortaya çıkıyor: 1) IMF ile anlaşmak. 2) Döviz cinsinden kredilere garanti verecek bir kredi garanti fonu kurulması. 3) Bu fona IMF'den gelecek paranın bir kısmının aktarılması. 4) IMF'den gelecek para da kullanılarak Merkez Bankası'nın ticari bankalara döviz cinsi reeskont kredisi açması. 5) Merkez Bankası'nın garanti sistemine katılacak bankaların döviz cinsi zorunlu karşılık oranlarını düşürmesi. 6) Bütçeden lira cinsinden kredilere (yeni ya da eskilerin yapılandırılması için) garanti verecek bir kredi garanti fonuna sermaye aktarılması. 7) İşsizlik yardımının süresinin ve yararlanma miktarının artırılması. 8) Düşük maaş alan emeklilere yaşlı, sakat ve malullere bir defalık parasal yardım yapılması.
Bu köşede defalarca bu önlemlerin ayrıntılarına ve yaratabilecekleri sonuca değindim. Özetle şu: Bunların tümünün hemen gerçekleştirilmesi halinde nihai etki küçülme hızını 4.5 puan azaltmak yönünde oluyor. Şüphesiz bu etkinin tümü 2009'da ortaya çıkmayacak. Önemli bir kısmı 2010'a sarkacak. Hesaplar, bu tedbirlerin 2009'daki küçülme hızını 2 puan düşüreceğini gösteriyor.
Böylelikle vergi gelirlerimizdeki azalma da frenlenmiş olacak. Dolayısıyla, yukarıda değinilen önlem bütününün bütçe açığını artırıcı etkisi sadece 'düğmeye' basıldığında olacak. Hesaplar, düğmeye basıldığında temel senaryoya kıyasla milli gelirin 1.5 puanı kadar artan bütçe açığındaki gerçek artışın 2009 sonunda 0.8 puanla sınırlandığını gösteriyor. 2010'a sarkan milli gelir etkisi dikkate alındığında ise açıktaki artış ortadan kalkıyor.
Bu yazı 22.03.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024