Arşiv

  • Mart 2024 (18)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Darısı başımıza

    Fatih Özatay, Dr.28 Mayıs 2007 - Okunma Sayısı: 1229

     

    Dünkü yazımda yüzyıl önceki mali 'küreselleşmeyi' anlatan ve bugün ile paralellik kuran bir çalışmadan söz ediyordum (P. Mauro, N. Susman ve Y. Yafeh, Yükselen Piyasalar ve Mali Küreselleşme (Emerging Markets and Financial Globalization), Oxford Üniversitesi Basımevi, 2006). O zamanki 'yükselen ekonomilerin' çıkardığı yabancı para cinsi tahvillerin getirileri ile aynı vade ve para birimi cinsinden İngiltere devletinin çıkardığı tahvillerin getirileri arasındaki farkı (getiri farkını) inceliyordu. Bu getiri farkları bugün de bir ülkenin iflas riskinin (kredi riskinin) bir göstergesi olarak kullanılıyor.

    Yazarlar, Londra'da bu tahvillerin alım satımının yapıldığı o zamanki ikincil piyasa hacminin bugünkünden çok farklı olmadığı saptamasını yapıyordu. Ayrıca çıkarılan tahvillerin çeşit ve adet olarak büyük zenginlik gösterdiğini belirtiyordu. Bir ilginç saptama ise tahvilleri piyasada el değiştiren ülkelerin ekonomik ve politik durumlarına ilişkin düzenli bilgi yayımlayan aylık bir derginin varlığıydı. Ayrıca günlük bir Londra gazetesinde bu ülkeler hakkında yayımlanan haber sayısı ile ülkelerin tahvillerinin ikincil piyasadaki hacmi arasında ilişki kuruluyordu.

    Çalışmanın getiri farkı açısından bulguları şöyle: Yurtiçi makroekonomik temellerin sağlamlığı getiri farklarını belirleyen önemli bir faktör. Temeller ne kadar sağlamsa, kredi riski de o kadar az oluyor. Daha önemli olan unsurun ise savaşlar ve iç siyasi gerginlikler olduğunu belirtiyor çalışma. Bir ülke kendini ne kadar çok savaşın içinde buluyor ya da iç siyasi gerginlik yaşıyorsa, o ülkenin getiri farkı da o kadar yüksek oluyor.

    Çalışmanın bir diğer ilginç bulgusu ise, mali yatırımcılar açısından daha 'sevimli' bir ortam yaratmaya yönelik reformların pek de önemli olmadığı şeklinde. Buna bir örnek olarak 1889 yılında Japonya'da Meiji Anayasası ile oluşturulan mülkiyet hakları ve sağlanan kanun hâkimiyetinin Japonya'nın kredi riskini azaltmamasını gösteriyorlar. Bunun bir açıklaması olarak da bizim pek de yabancı olmadığımız bir gerçeğin altını çiziyorlar: Yasada yapılan değişikliklerin arkasındaki nedenlerin uygulamada pek de anlaşılmaması.

    Günümüzde getiri farkları genellikle birlikte hareket ediyor. Bir piyasadaki gerilim benzer diğer piyasalara anında yayılabiliyor. Şüphesiz iç makroekonomik temelleri diğerlerine kıyasla daha sağlam olan ülkeler bu bulaşıcı hastalıktan çok daha az etkileniyor. Sözünü ettiğim çalışma, yüzyıl önce bu tür birlikte hareketin pek görülmediği saptamasını yapıyor. Küresel bir kriz 1870-1913 döneminde gözlenmiyor.

    Son yıllarda bu alanda çok sayıda çalışma yapıldı. Bunlar arasından, yirmiyi aşkın yükselen piyasa ekonomisi için yapılan bir çalışmanın bulguları şöyle (O. Emir, F. Özatay ve G. Şahinbeyoğlu, The determinants of sovereign spreads in emerging markets, TCMB Tartışma Tebliği No 06/04): Hem iç makroekonomik temeller hem de gelişmiş ülke faizlerindeki hareketler (özellikle bunların mali yatırımcıların risk alma iştahında yarattıkları etkiler) bizim gibi ülkelerdeki kredi riskinin ana belirleyicisi durumunda. Bir diğer bulgu ise, yukarıda sözünü ettiğim kitaptaki bulgulara benzer şekilde iç siyasi haberlerin kredi riski üzerinde etkili olması.

    Yabancıların risk alma iştahındaki değişikliklerin bizim gibi ülkelerin kredi riskini etkilemesi bir anlamda kötü haber: İçeride 'doğruları' yapmaya çalışsanız da yurtdışında olan biten sizi olumsuz yönde etkileyebiliyor çünkü. İyi haber ise aynı konuda yapılan başka bir çalışmadan geliyor (Kaminsky ve Schmukler, Do sovereign ratings affect country risk and stock returns? World Bank Economic Review, 2002). İç makro temelleri daha sağlam olan ülkeler, yurtdışında olan bitenden daha az etkileniyor. Darısı başımıza diyelim.

     

    Bu köşe yazısı 28.05.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır