TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Söylentiye göre 15. Yüzyılda Paris’te bir Manastırda Rahip öğrencilerine atın ağzında kaç diş olduğunu sorar. Kimse bilemeyinceye büyük üstatların kitaplarına bakarak öğrenmelerini ister. Sonraki derste “kim buldu bakalım?” diye sorar. Öğrenciler büyük üstatların kitaplarına baktıklarını ama atın ağzında kaç diş olduğunu bulmadıklarını söyler. Arkadan bir öğrenci; “Efendim Paris’in sokakları at dolu gidip onlardan birinin ağzına baksak” der. Rahip gürler:
“Sen büyük üstatların kitaplarında bulamadığın cevabı bir atın ağzında mı bulacaksın!”
Aradan çok uzun zaman geçer ve Batı dünyası tecrübenin, deneysel bilginin önemini keşfeder. Batı dünyası ruhtan şeytan çıkarttığı bir çağda İbn Sina gibi âlimlerin ameliyat yaptığı, el-Cezeri gibi mühendislerin robotik modeller geliştirdiği İslam dünyası ise her şeyi kitaplarda aramaya başlar…
Tüm bunların “Türk kimdir?” sorusu ile ne ilişkisi olduğunu merak ediyorsunuzdur eminim…
Şöyle izah edeyim: Bizler Türk kimdir, milliyetçilik nedir sorusunu tarihin sayfalarından tartışıp dururken, Amerikalı bir düşünce kuruluşu bir yıl önce Türkiye’de bu soruların cevabını aramak için oldukça geniş çaplı bir araştırma yaptırdı. Center for American Progress ve Sabancı Üniversitesi İstanbul Politika Merkezi Türkiye’de insanların Türklük algısını ve yeni milliyetçi yönelimi araştırdı. Anlayacağınız topluma giderek “Sen kendini nasıl görüyorsun, senin için Türk kimliğinin olmazsa olmaz temel değerleri nedir?” diye sordu.
Ama nedense Türkiye’de çok gündem olmadı. Doğrusu şaşırmadım, çünkü bizim akademi “Türk kimdir, milliyetçilik nedir?” gibi meseleleri masabaşında, kitapların içinde aramayı çok seviyor. Sokağa inerek, saha araştırmaları ve derin analizler yapmak yerine Türk solunun bir kesimi gibi milliyetçiliği ötekileştirmek ve onu arkaik bir ideoloji olarak aşağılamak hâlâ kabul görüyor. Biz siyasi ve ideolojik tartışmalar içinde boğulup dururken Amerikalı bir kuruluş toplumsal olana bakmayı tercih ediyor…
Aralarında ne fark mı var? İdeolojik veya siyasi kimlik kurgusal ve teoriktir. Şöyle olmalı ve şöyledir gibi tanımlamalar içerir. Sosyolojik olan ise daha çok toplumsal olanın nasıl göründüğünü işaret eder. Hayatın içinde, gündelik hayat alanlarında bu kimliğin nasıl algılandığı ve nasıl yaşandığını anlamaya çalışır. Bu nedenle sosyolojik olarak Türklük ve milliyetçilik tek bir siyasi parti ile sınırlanamaz. Araştırmanın da ortaya koyduğu gibi onu, Türkiye’deki tüm siyasi partilerin içinde az ya da çok bulmak mümkündür. Bu nedenle Türk kimliğinin veya milliyetçiliğin tabanı bir partinin aldığı oy oranından çok daha geniştir.
Son zamanlarda Türk siyasal hayatındaki gelişmeler, Cumhur İttifakı gibi ve 15 Temmuz gibi büyük travmalar sosyolojik olarak milliyetçiliğin tabanının oldukça genişlemesini sağladı. Gerçi tüm dünyadaki siyasi eğilimlerin milliyetçiliğe doğru genişlediğini de görmek zorundayız. Doğal olarak anladığım kadarıyla bundan endişe duyan veya en hafif deyimiyle bunu anlamaya çalışan düşünce kuruluşu da Türkiye’de milliyetçiliğin rengini, özelliklerini ve Türk kimliğinin toplumsal olarak nasıl algılandığını anlamaya çalışan oldukça önemli bir araştırma yapmış. Ne yalan söyleyeyim bir Türk akademisyen olarak bu araştırmayı yapmayı çok isterdim.
Zygmunt Bauman “Toplumun içinde yaşamak” onaylamak, paylaşmak ve paylaştığımız şeye saygı göstermektir” der. Bu araştırma da “Türk” diye kendisini adlandıran sosyolojik öbeğin, saygı duyduğu, paylaştığı ve yücelttiği değerleri bize veriyor. Bu toplumsal kümenin %50’nin üzerinde onay aldığı değerlere baktığımızda oldukça ilginç bir tablo çıkıyor karşımıza. Bu aynı zamanda “Türk kimdir” sorusunun da cevabını veriyor.
Türk kendisini nasıl anlamlandırıyor?
Kendisini Türk kimliği ile tanımlayanların %91’i Türk’ü, Müslüman olarak kabul ediyor.
“Müslüman olmak” birçok Türk vatandaşının zihninde Türk olmanın ne anlama geldiğinin kritik bir bileşeni olarak karşımıza çıkıyor. Kendisini Türk olarak adlandıran grubun %80'i “İslam'ın hayatımda merkezî bir rol oynadığı ve Türk kimliği anlayışım için çok önemli” ifadesine katıldığını söylüyor.
Araştırmaya katılan kendini Türk olarak adlandıranların %90’ı güçlü bir aile yapısına inanıyor ve Türk ordusunu desteklemeyi önemli sayıyor. %89’u Türkçe konuşmayı bu kimliğin önemli bir parçası sayıyor. Yüzde 87’si Türkiye vatandaşı olmayı önemli buluyor. Yüzde 87’si farklı dinî ve etnik gruplara açık ve hoşgörülü olmayı ve yüzde 86’sı da demokratik değerleri önemli bulmayı Türk kimliğinin bir parçası kabul ediyor. Yüzde 79’u Osmanlı İmparatorluğu ile gurur duyuyor ve yüzde 82’si Türkiye dışındaki akraba toplulukları desteklemeyi önemli buluyor.
Görüldüğü gibi Türk’ün gözünde Türk; Müslüman, güçlü bir aile yapısına inanan, demokratik değerleri savunan, farklılıklara karşı hoşgörülü olan, Tarihsel bağları güçlü ve akrabaları ile bağını koruyan biri olarak karşımıza çıkıyor. Doğrusu tüm spekülasyonlara rağmen bu tanımın oldukça önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum. Araştırma Türk milliyetçiliğinin temel yönelimlerini ve tutumlarını da ortaya koyuyor. Türk milliyetçisi olarak tanımlanan kümenin %50’nin üzerinde onay aldığı tutumlara baktığımızda şunları görüyoruz:
Yüzde 88’i Türkiye’nin kendi askerî ve endüstriyel mallarını üretmesi ve diğer ülkelere güvenmekten kaçınması gerektiğini; yüzde 84’ü küresel ekonomik ve siyasi elitlerin Türkiye üzerinde çok fazla gücünün olduğu ve bunun kırılması gerektiğini; yüzde 78’i Türkiye’nin diğer ülkelerden gelen mültecilere çok fazla zaman ve para harcadığını ve kendi vatandaşlarına daha fazla odaklanması gerektiğini; yüzde 72’si Türkiye’nin Müslüman dünyası için doğal bir liderdir olduğunu; yüzde 70’i özgür basın, konuşma ve görüşlerini açıklama özgürlüğü gibi demokratik hakların yaşamsal olduğunu ve hiçbir nedenle feda edilmemesi gerektiğini; yüzde 70’i de Türkiye’nin tüm dini kökenlerden gelen insanların resmî devlet dini olmaksızın inançlarını uygulama haklarına saygı duyan laik/seküler bir devlet olması gerektiğini söylüyor.
Bu araştırma gösteriyor ki, Türkiye’nin milliyetçileşmesi onu demokratik değerlerden, diğer inançlara ve kültürlere karşı hoşgörüden uzaklaştırmıyor. Türk milletçiliği masa başında üretilen tezlerde olduğu gibi faşizme evirilen bir ırkçılık değil. Evet, aile, tarih, dil ve ordu gibi konularda oldukça muhafazakâr ama bu asla onun toplumun farklı kesimlerine karşı ötekileştirici ve totaliter olduğunu göstermiyor. Tam aksine 15 Temmuz gibi büyük bir tehlikeyi atlatmış olmasına, uzun süreli terörle mücadele eden bir ülke olmasına rağmen temel hak ve özgürlükleri vazgeçilmez bulmaları oldukça dikkat çekicidir.
Türkiye'nin ve Türklerin bölgesinde güçlü bir ekonomiye sahip olması ve daha büyük bir uluslararası rol oynaması gerektiğine konusunda hemfikirler. NATO’ya olumlu bankerken, ABD’ye karşı yüksek güvensizliğin nedeni de PKK/YPG konusundaki tutum olması gerekir. Türk milliyetçiliği bir yabancı düşmanlığı taşımıyor. Daha çok Türkiye’nin terörle yaptığı mücadele konusundaki tavırları nedeniyle uluslararası düzende yeterli desteği görmedikleri konusunda derin bir güvensizlik hissi taşıyor. Bunu da makul bulduğumu belirtmeliyim.
Avrupa’da ve Amerika’da PEW Pew Research Center tarafından yapılan araştırmalar Avrupa’daki milliyetçi ve dindar yönelimli insanların göçmenlere ve dinî azınlıklara karşı daha fazla hoşgörüsüz olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye’de yükselen milliyetçilik bu açıdan oldukça makul gözüküyor.
Sert ve katı ideolojik, dinî ve etnik siyaset hızla kan kaybederken, Türkiye yükselen milliyetçiliğin aslında daha şehirli, daha az ideolojik ama muhafazakâr bir çizgi seyrettiğini söyleyebilirim. Gri alanlar sosyolojik olarak genişliyor…
Türkiye’de siyaset üreten aktörlerin eminim bu araştırmadan öğrenecek çok şeyi olmalı. Müslüman, demokrat ve milliyetçi bir kimlik yeni trendin öne çıkan özelliği gibi. Bu aynı zamanda küreselleşme sonrası çağın ruhuna da çok uygun düşüyor. Bence bundan endişelenmek yerine bunun nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak çok daha doğru olur. Tabii toplum denilen gerçekliğin kitaplarda yazılanla aynı olmadığını anlayabilirseniz. Unutmayın vaka ile kavga edilmez.
Bu köşe yazısı 08.02.2020 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.