TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin temsilcileri geçen Cuma günü şirketleri hedef alan tedarik zinciri yasasını (Corporate Sustainability Due Diligence Directive-CSDDD) oylayacaklardı. Hükümetteki Hür Demokratlar düzenlemeye karşı çıkınca, Almanya oylamaya katılmayacağını açıkladı. İtalyanlar zaten aynı kanıdaydı. Fransızlar da öyle. Düzenlemeye AB ülkelerinden yeterli destek olmadığı anlaşılınca konu gündemden çıkarıldı, oylama ertelendi.
Hani “yeşil mutabakat, AB’nin yeni büyüme stratejisiydi”? Şimdi artık iş ciddileştikçe, şirketlere yükümlülükler geldikçe konu gündemden mi düşecek? Sanmıyorum. Ama süreç yönetimi ile ilgili bir tartışma kaçınılmaz duruyor. Önce ne olduğuna sonra da bunun olası sonuçlarına kısaca bir değineyim.
Benzinli araçlardan 2035’te çıkma kararı da revize edilir mi?
Nedir bu? Hatırlayacaksınız daha önce Almanya’da şirketlere yükümlülük getiren “değer zincirlerini insan hakları ihlalleri ve iklim değişikliği gündemi ile uyumlu olarak işletmek için gereken azami özeni gösterme” düzenlemesi yapılmıştı. Buna göre, şirketler kendi küresel değer zincirlerini işletirken insan hakları ve çevre koruma ihlalleri konusunda azami özeni göstereceklerdi.
İşte ertelenen oylama bu düzenlemenin AB düzeyine genişletilmesine ilişkindi. AB ülkelerindeki şirketlerin kurduğu küresel değer zincirine katılacak başka ülkelerdeki partnerlerin “uygun” olduğuna şirketler bir nevi kendileri kefil olacaklardı. Gereken çoğunluk sağlanamadı.
Ne demek? Bir sürede beri, Türkiye dahil, gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren şirketler AB’deki muhataplarından “karbon ayak izinizi ölçtünüz mü?” mealinde mektuplar alıyorlardı. Bundan böyle bunlara, “Metan salımlarınız nasıl?, “Çocuk işçi çalıştırıyor musunuz?” gibi soruları eklemek gerekecekti. Küresel değer zinciri kurmak isteyen büyük şirketlerin başka ülkelerdeki partnerlerinde araması gereken şartlar ile bu şartları teyit etmek için yapılması gerekenler listesi genişliyordu.
Konu, şirketin yükümlülüğü olarak tanımlanınca mesela Nijerya’yı içeren bir değer zinciri kurmak isteyen bir AB şirketinin önce o kriterlere uyan muhatabı kendisinin bulması ve konulan kriterlere uyduğunu kendisinin teyit etmesi gerekiyordu. Partnerinize kefil olacaksınız denilen o işte.
Almanya, işte bu oylamaya katılmamaya karar verdi. Düzenlemenin yoluna devam etmesi için bu ilk toplantıda 15 ülkenin desteği gerekiyordu. Olmadı. Tek gözlemle sonuç çıkartmamak lazım. Doğru. Ancak ortadaki tartışmanın da farkında olmak lazım. Aslında iklim değişikliği gündeminde yine bir halden diğerine geçiyoruz. Sürecin ciddileşmesiyle birlikte, sürecin tasarımına artık şirketler ve iş dünyası da müdahil oluyor.
SKDM (CBAM)’nin tedarik zinciri ne farkı var?
Bundan sonra, 2030’da içten yanmalı motorin kullanan otomobillerden, 2035’te bunların benzinli olanlarından çıkma kararı da revize edilebilir mi? Daha sırada lojistik altyapısını işleten kamyonların salımları meselesi de var. Olur mu? Neden olmasın?
Aslına bakarsanız, sınırda karbon düzenlemesi mekanizması (SKDM)’nın (carbon border adjustment mechanism-CBAM) yukarıdaki argümandan hiç farkı yok. Orada da tedarikçilerini “doğru” seçmeyen ithalatçı şirketlere bir ceza uygulamak söz konusu. Yine kendisine “uygun” partner bulmak işi şirkete yüklenmiş durumda. Bir nevi, yapılan düzenleme ile şirketlerin “kağıt-kürek işleri” artmış oluyor.
Bu durumda, benzer bir biçimde, SKDM’nin yerine de daha etkin bir mekanizma tasarlanması söz konusu olabilir. SKDM’de aslında iklim değişikliği gündeminin benzer operasyonel problemlerinden biri.
Tarafların nasıl konumlanacağına bağlı aslında bundan sonra göreceklerimiz. İklim değişikliği gündeminden dönüş olmaz, adil geçişin parametreleri çerçevesinde, neyin nasıl telafi edileceğine bir daha bakılır.
Ne oluyor? İklim değişikliği gündeminin operasyonel problemleri öne çıkıyor. İklim değişikliği gündemi yeni katılımcılarla yeniden biçimleniyor. Bir nevi, tartışma yatağına oturuyor.
İklim değişikliği gündeminin operasyonel problemleri neden şimdi ön plana çıktı?
Süreci hiç unutmayın içinde bulunduğumuz dönemi değerlendirirken. Ben doğduğumda, 1960’lı yılların başında, dünya nüfusu 3 milyar civarındaydı. Şimdi 8 milyarı aştı. Bu gidişle bir ömürde dünya nüfusunun neredeyse üç katına çıktığını göreceğim. İklim değişikliği gündemi boş yere harekete geçmiş değil, bu çerçevede bakarsanız. Dün o 3 milyarın küçük bir bölümü belli bir tüketim desenine sahipti, şimdi bu 8 milyarın artan bir bölümünün tüketim deseni birbirine benziyor.
İklim değişikliği gündeminin başlangıcını iklim aktivisti Greenpeace’in kurulması ile başlatırsak 1972’den bugüne yaklaşık bir elli yıl geçti. Konu ile ilgili, çok taraflı görüşmeleri başlatan Birleşmiş Milletler’in (BM) İklim değişikliği Taraflar Konferansı (Conference of the Parties-COP) süreci ise ilk Berlin’de, 1995 yılında başladı. Geçen yıl yirmisekizinci taraflar konferansında (COP28) otuz yıldan beri ilk kez iklim değişikliği bahsinde konu fosil yakıtlara, kömür, petrol ve doğalgaza atıf yapıldı. Nihayet.
Küresel bir ETS daha mı iyidir?
Bugüne kadar iklim değişikliği üzerinde olan vurgu, geçen yıl ilk kez iklim değişikliğini önlemek için fosil yakıtlardan uzaklaşmaya döndü. Böyle bakıldığında enerji dönüşümünde fosil yakıtlardan uzaklaşma gereği üzerinde yaklaşık 200 ülke fikir birliğine vardı.
Ayrıca COP27 gibi, COP28 de çok sayıda CEO’nun ve bu arada maksimum sayıda hidrokarbon şirketi CEO’sunun katıldığı ve bir hidrokarbon üreticisi ülkede düzenlenen toplantı oldu. Nedir? İklim değişikliği gündemi somut bir biçimde harekete geçip, tarihler, yükümlülükler konmaya başlanınca iklim değişikliği sürecinin operasyonel problemleri ön plana çıkmaya başladı. Dün “insani aktivite kaynaklı bir problem yoktur” diye kenarda oturanlar, iş ciddileşince iklim değişikliği gündemine tartışmasına dahil oldular.
Doğrusu ya, geçen yıllarda IMF’nin küresel emisyon ticaret sistemi (ETS)’nin tasarlanmasının önemine vurgu yapan çalışmaları ile COP28’de tarafların küresel ETS gereği ile ilgili kararı, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir kabilinden hadiselerdi geçen cuma günkü ertelemeyi manalandırmak açısından.
İklim değişikliği gündeminde her ülkede atılması gereken adımlar konusunda küresel değer zincirlerini yöneten şirketlere mi yükümlülük getirelim yoksa ülkeler arasında yürütülecek çok taraflı müzakereler ve anlaşmalarla mı ilerleyelim? Bana kalırsa şimdi tartışmanın geldiği nokta buralarda bir yerde.
Türkiye gibi ülkeler açısından bakarsanız küresel şirketlerin şirketlerimize dayatacağı kendi milli önceliklerine dayalı bir dönüşüm sürecine mi girelim yoksa kendi sanayi politikamızın öncelikleri konusunda ilgili ülkelerle doğrudan müzakere mi yürütelim?
Kendi önceliklerimiz derken, özellikle iklim değişikliği gündeminin gerektirdiği sermaye yoğun dönüşümün finansman gerekleri konusunda muhataplarımızla ayrıca ve bir bütün olarak müzakere edelim mi, tek tek şirketlerin getirdiklerini parça parça mı konuşalım? Hadise şirketler arasında mı kalsın, devletler arasında mı ele alınsın?
İlk bakışta şirketlerin tartışma sürecine katılmasıyla, iklim değişikliği sürecinin operasyonel problemlerinin tartışılmaya başlanması, iklim hedefleri açısından kısa vadede olumsuz gibi görünebilir. Ama görünüşe aldanmamak lazım.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in zamanı geliyor
İklim değişikliği gündemi ciddileştikçe konu ile tartışmalar yatağına oturuyor aslında. Türkiye’de de benzer bir tartışmaya ihtiyacımız olacak. Bir nevi, adil geçiş tartışmasına. Böyle bakınca ben memleketin iyi bir geçiş süreci yönetimi dönemine ihtiyacı olduğuna daha da çok ikna oluyorum.
Bugünkü çukurun dibine kerameti kendinden menkul, yeterince tartışılmamış ama tek taraflı olarak uygulamaya konmuş ham fikirlerle geldik. Şimdi bu çukurdan meşveret olmadan çıkılmaz. Çukurun maliyeti bir kesimin üzerine tartışılmadan yıkılamaz. Osmanlı dönemindeki gibi bir tür Meşveret Meclisi olmadan yeşil ve dijital mutabakatın geçiş dönemi yönetilemez.
İşe YÖİKK’i gündemini yeniden yapılandırarak başlayabiliriz ama sonunda Ekonomik ve Sosyal Konsey sağlıklı işletilmeden adil bir geçiş döneminin tasarlanamaz. Bir kez daha ifade etmiş olayım. 2024 gündemine ESK’yı da ekleyin.
Bu köşe yazısı 12.02.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.